Ölümü ve hayatı kullarının nasıl ameller işleyeceklerini sınamak için yarattığını haber veren Rabbimiz,1 imtihan konusunu geniş tutmuştur. Kimi insan korku ile kimisi açlık kimi ise sahip olduğu malların veya ailesinin elinden alınması ile bu imtihana tâbî tutulur.2 Bunların en önemli ve zorlularından biri de para veya mal gibi, bu dünyada diğer insanlar tarafından itibar gören nesnelerle yaşadığı imtihandır. Zira insan, tabiatı gereği rahatı sever ve bolluğu arzular. Bu sebeple daha bol imkânlara sahip bir şekilde yaşamak için çalışmalarda bulunur. İşte insanın imtihan noktası burada önem kazanmaktadır. Yani insan nefsinin arzuladığı hayat için çalışırken kendisini bu imtihana sokan Rabbini unutacak mı, yoksa sahip olduğu nimetleri vereni aklından çıkartmayacak mı? İnsanın yaşadığı/yaşaması muhtemel sıkıntılardan kurtulması için, en güzel örnek olarak gönderilen Rasûlullah (sav)’da3 ve onun yolunu takip eden güzîde ashâbında güzel çözümler bulunmaktadır.4
Her bakımdan bizi aşırılıktan uzak tutan dinimiz, dünya ile olan ilişkilerde de bu prensibi gözetmiştir. Sadece Allah’a tevekkül edip dünyalık için hiçbir hazırlıkta bulunamak ise hoş karşılanmamıştır. Tefsir kaynaklarında geçtiği üzere, Yemen’den bazı kimseler hac için Mekke’ye geldiklerinde: “Biz Allah’a güveniyoruz, onun için yanımıza azık almamıza gerek yok.” demişler ve Mekke’de diğer insanlardan yardım talep etmişlerdir. Bunun üzerine: “Azıklanın, zira en hayırlı azık takvadır.”5 ayeti nâzil olmuştur. Bu durum çok hassas olup ince bir ayrıma sahiptir.
Bu ayrım ile ilgili olarak Rasûlullah Efendimiz’in bize namazda okumamızı öğrettiği ve Kur’ân-ı Kerîm’de de yer alan şu dua çok önemlidir:
رَبَّنَا آتِنَا فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الْآخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ
Bu duada: “Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver ve bizi ateş azabından koru.” buyrularak dünya ve ahiret hayatında iyilik istenilmesi bildirilmiştir. Burada dikkat çeken husus ise dünya nimetlerini istemenin peşinde: “cehennem ateşinden korunma” duası da gelmiştir. Bu da dünyada sahip olunan iyiliklerin gerektiği gibi kullanılmaması durumunda düşülecek tehlikeyi gözler önüne sermektedir.
İslâm mütefekkirleri, Allah’ın rızasına uygun yaşayarak maddî imkâna sahip olmanın “paranın gönle değil, yalnızca cebe girmesi” ile mümkün olduğunu ifade etmişlerdir. Sermayeye aykırı olmayan dinimizde, sahâbe neslinden itibaren büyük zenginlerin çıkması ve bunun Rasûlullah tarafından tenkit edilmemesi sahâbenin bu tutumu sayesinde olmuştur. Onlardan öyle zenginler vardı ki paraları onların köleleri idi, kendileri paranın değil. Hz. Ebû Bekir (ra) ile sahip olduğu malları arasında, Tebük Seferi öncesi ailesine geride ne bıraktığı sorulunca: “Allah ve Rasülü’nü” diyebilecek bir ilişki bulunmaktaydı. Kıtlık senesinde Abdurrahman b. Avf (ra)’ın, Şam’dan gelen gıda yüklü kervanını en çok kâr edeceği ortamda sermayesi ile birlikte Allah rızası için infâk etmesi dünyalık nimetlerin bir müslümanın hayatında bulunması gereken yeri göstermektedir.
Daha sonraki nesilin önderlerinden olan İmâm-ı A’zam (rh)’ın zengin bir aileden gelmesi ve ilmî derinliğinin yanında sahip olduğu ticarî başarısı, maddî imkânlarını İslâm fıkhının hizmetine sunması ile tezâhür etmiştir. Bu da sahip olduğu malların, kalbine girmediğine şehâdet etmektedir. Tarihî kaynaklarımız, bunun benzeri pek çok örnek ile doludur. Bu misaller, bize ayetlerde verilen mesajların tarihteki uygulamalarını göstermiştir.
Bazı ayet ve hadislerde zenginliğin hoş karşılanmadığı görülmektedir. Ancak dikkat edildiğinde görüleceği üzere hakikatte, zenginlik değil zenginliğin kaynağının unutulması ve zenginlik sebebiyle insanların nankör olması tenkid edilmiştir. Ayetlerde parasının esiri olan kimselere misal olarak zikredilen Kârûn zengin olmasından dolayı değil onu, kendi bilgisiyle kazandığını iddia edip Rabbi’ni unutması sebebiyle helâk olmuştur. Hem de öyle bir helâk ki, sahip olduğu malları ve övündüğü evi ile birlikte yere batırılmıştır. Bu olaydan hareketle Rabbimiz Kârûn zamanındaki zenginlik meraklılarını misal göstererek uyarıda bulunmuştur. Dünya hayatını isteyenler onun zenginliğini görünce: “Bize de Kârûn’unki gibi mal verilse ya.” demişlerse de Kârûn malları ile birlikte helâk olunca “Allah dilediğine bol rızık verirken dilediğine kısar.” diyerek Allah’ı hatırlarından çıkarmamışlardır.
Kârûn, helâk olmadan önce kendisine yapılan uyarıları dinleseydi bu helâka uğramayacaktı. Zira ayette ona yapılan uyarı şöyle ifade edilmektedir: “Allah, böbürlenip şımaranları sevmez. “Allah’ın sana verdiği şeylerde ahiret yurdunu ara. Dünyadan da nasibini unutma. Allah’ın sana iyilik yaptığı gibi sen de iyilik yap ve yeryüzünde bozgunculuk isteme. Çünkü Allah, bozguncuları sevmez.”6 Buradaki uyarılarda Kârûn’a “Para kazanma!” denilmemiş, bilakis “Kazandıklarını Ahiret yurdunu elde etmek için kullan!” ikazı yapılmıştır.
Rabbimiz elde edilen malların dünya sevgisine dönüşmemesi için de kullarına tabiri caizse “kullanım talimatı” göndermiştir. Buna göre, mala sahip olunca insanlar onun kendisine hâkim olmaması için belli miktarını kendi rızaları ile ihtiyaç sahiplerine vermek zorundadır. Bu, kişi ile sahip olduğu kıymetli mallar arasında sağlıklı iletişim kurulmasının yolunu gösterir. Allah (cc), verme/infak olayını da başıboş bırakmamış, gönül hoşluğu ile ihtiyaç sahiplerine, karşıdakini üzmeden, fakiri minnet duygusunda bırakmadan, sağ elin verdiğini sol elin görmeyeceği şekilde yapılmasını mü’minlerden istemiştir. Bu özelliklerin geçerli olmadığı infak yerine ise, güzel bir sözün daha hayırlı olduğunu beyân etmiştir.7 Bu sayede hem zengin fakir arasındaki muhtemel düşmanlık olayları bitecek hem de mal sahibi Müslüman kimse, Allah’ın kendisine verdiği emanet malı O’nun istediği gibi harcayarak O’nun emrine uyacaktır.
Rabbimiz, cümlemizi paranın kölesi olmaktan muhâfaza eylesin.
1 Mülk; 67/2.
2 Bakara; 2/155.
3 Ahzab; 33/21.
4 Rasûlullah (sav) ve ashâbının dünya hayatı karşısındaki davranışları hadis eserlerindeki “zühd” ve “rikâk” bölümlerinin yanında müstakil olarak Abdullah b. Mübarek (v. 181/797), Vekî’ b. Cerrâh (v. 197/812), Ahmed b. Hanbel (v. 241/855), Hennâd b. Seriyy (v. 243/857) vb. gibi âlimlerin telif ettiği Kitâbü’z-zühd eserlerinde uzun uzun yer almaktadır.
5 Bakara; 2/197.
6 Kasas; 28/77, 82.
7 Bakara; 2/263.