İçeriğe geç
Anasayfa » Perdeleri Kaldıran İMAN

Perdeleri Kaldıran İMAN

Beyhakî’nin Şuabu’l-İman adlı eserinde 10106. hadis olarak rivayet ettiği bir haber, bugün ‘nasıl bir mü’min, hangi iman?’ sorularının nasıl cevaplandırılması gerektiğine ışık tutmaktadır. Ashabı kiramın dillere destan olan tutumlarını ve iman etrafındaki fedakârlıklarını kuru bir imrenme ile geçiştirme düzeyindeki özentimizin işe yaramayacağını anlama zamanı gelmiş olmalıdır. Aynı cenneti paylaşmayı umduğumuz ilk mü’min neslin iman anlayışı ile bizim iman anlayışımız arasında oluşan açının mesafesi gitgide büyümektedir. Daha da önemlisi, neredeyse onların iman ve fedakârlık anlayışını aşırı gören, geldiği noktayı takdir edilmesi gereken bir keşif gibi telakki eden anlayış köklerini derinleştirmektedir. İlk neslin, gelecek bütün nesiller için ideal örnek olduğu, onların açtığı yolun makbul olduğu gerçeği göz ardı edilerek alınacak yolun sonunda belki nefislerimizin tatmin edileceği bir mesafe kat edilmiş olabilir ama Allah’ın rızasının onların anlayışına daha yakın olduğu bir gerçektir.

İbnü Ebi Şeybe’nin Musannaf’inde[1] bir benzeriyle rivayet ettiği bu hadis şöyledir:

Enes bin Malik diyor ki:

Bir gün Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem dışarıda bulunuyordu. Ensardan bir gençle karşılaştı.  O genç Harise bin Numan olarak bilinirdi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ona: ‘Nasıl sabahladın Harise?’ diye sordu. Harise: ‘Gerçek bir mü’min olarak sabahladım!’ dedi. Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdular ki: ‘Sözüne dikkat et. Her gerçeğin bir özü vardır. Senin imanının özü nedir?’ Harise şöyle cevap verdi: ‘Kendimi dünyadan soyutladım. Gecemi uyanık, gündüzümü susuz geçirdim. Sanki Rabbimin Arş’ına açık gözle bakar gibiyim. Sanki cennet ehlini birbiriyle ziyaretleşirken görür gibiyim. Cehennem ehlini, orada koşuştururken görür gibiyim.’ Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ona buyurdu ki: ‘Yakalamışsın, devam et. Yakalamışsın, devam et! Bir kul ki, Allah imanı kalbinde nurlandırmış!’

Tahliller

  • Burada okuduğumuz metin bir hadis metnidir; hadis kriterlerine göre sahih-hasen derecesinde olup olmaması bir kenara bırakılırsa, bir hadis okumaktayız. Hadis ise muhtevasında Peygamber aleyhisselamın da adının bulunduğu veya bir yolla ona işaret edilmiş bulunan metne verilen isimdir. Bu metinde, sahabeden biri olan Enes bin Malik radıyallahu anh, başka bir sahabinin Peygamber aleyhisselam ile olan bir konuşmasını aktarmaktadır. Buna göre, namazın farzlarından birini aktaran metinlerden birini okumuyorsak da, bir sahabinin imana ait değerlendirmelerinden birini peygamberine aktarışını okumaktayız. Direk dini özetleyen bir açıklama olmasa da dindarlığı müseccel bir şahsiyetin imana ait duygularını anlatması ve bu bilginin bize ulaşması, gazete haberi niteliğinde bir bilgi olarak kesinlikle ele alınamaz. İman konusunda endişesi veya himmeti bulunan herkesin ilgisi dâhilinde olması zorunlu olan bir bilgi olarak görülmelidir. Çünkü konuşma iki kişi arasında geçmektedir. Bu iki kişiden biri de Allah Teala’nın elçisidir.
  • Ensardan olan Harise radıyallahu anh’ın ifadeleri, bizim yaygın olarak kullandığımız ‘blöf, espri, şaka, mizah, nükte’ türünden kavramlarla açıklanamaz. ‘Nasıl sabahladın?’ sorusuna verdiği cevap, onun geceyi ve gündüzü hangi haleti ruhiye içerisinde geçirdiğini açıklayan beyanını ihtiva etmektedir. Konuştuğu kişinin, kendisine Cebrail aleyhisselam’ın gözlerin görmediği, kulakların duymadığı şeyleri aktaran bir nebi olduğunu gayet iyi bilmektedir. Zemin ve zamanın şaka kaldırır bir zemin olmadığını da iyi bilmektedir. Söylediği içinden geçenlerin ta kendisidir ve söylediğinde samimidir. Zira onun samimiyeti, sözlerini dinleyen Peygamber aleyhisselamdan tasdik görmüştür. ‘Yakalamışsın, devam et!’ bu tasdikin beyanıdır.

Harise radıyallahu anh’ın sözlerinde samimi olduğunun bir belgesi de, bu rivayetin devamında, hadisi bize aktaran Enes bin Malik radıyallahu anhın verdiği bilgilerdir. Diyor ki: Bir keresinde, Allah yolunda cihada çıkacaklara dair bir duyuru yapılmıştı. O duyurunun akabinde atına ilk binip yola çıkan da ilk şehit olan da Harise oldu. Bu da göstermektedir ki, dünyadan geçtiğini söyleyen Harise radıyallahu anh, sözlerinde samimi idi.

  • Harise’yi dinleyen Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir nevi hayret etmiş ve hayretini de ona açıklamıştır. Harise’nin, anlamını bilmeden ulu orta bir şeyler söyleyip söylemediğini özellikle imtihan etmek istemiş ve ona sözünün anlamını sormuştur. Harise’nin cevabını Peygamber aleyhisselam’ı tatmin etmiş ve onu takdir ettiğini beyan buyurmuştur. Buradan şöyle bir noktaya doğru da kayabiliriz: İmanın özü üzerinde ashabı kiram arasında bile aynı düzeyde bir idrakten söz edemeyiz. Zira Harise radıyallahu anh’ın çıkışı farklı bir çıkıştı. Şehadete koşmaları, Allah yolunda infak etmeleri, ibadet titizlikleri onları aynı saflarda tutuyor olsa da o saflara farklı yollardan yürüdüklerini söyleyebiliriz. Harise radıyallahu anh, ensarın gençlerinden olmasına rağmen, Peygamber aleyhisselam’ın bile dikkatini çekecek bir düşünceyi zihninde oturtmuştu.
  • Harise radıyallahu anh, imanda bulunduğu noktayı açıklarken şu hususları saymaktadır:
  • Dünyadan uzaklaşma,
  • Geceleri ihya,
  • Gündüzleri oruç.

Bunların karşılığında da kendisindeki gelişmeyi üç şeyle özetlemektedir:

  • Arş’a bakar gibi olması,
  • Cenneti görüyor gibi olması,
  • Cehennemi görüyor gibi olması.

Bir Müslüman’ın henüz dünya hayatında iken cenneti-cehennemi görür gibi olduğunu iddia etmesi ve bu iddiasını Peygamber aleyhisselama dillendirmesi, sonra da yalanlanmaması bilakis te’kit görmesi, böyle bir gelişmenin vukûunun mümkün olduğunu göstermektedir. Eğer Harise radıyallahu anh, belli bir süreci izleyerek bu noktaya ulaşmışsa, bu nokta onun zamanındaki ve bütün zamanlardaki Müslümanlara açık demektir. Harise radıyallahu anh, aslında bir hedefe işaret etmektedir. Kur’an’ın ve hadislerin anlattığı Arş, cennet ve cehennem, anlatılanı ciddiye alan ve iz sürebilenler açısından realitedir. Görmek isteyen görebilir, yükselmek isteyen yükselebilir.

Karşılaştırma

Nefislerimizin hoşlanmayacağı bir durum olmasına rağmen kendimizi Harise’nin sözleriyle ölçmemiz lehimize olacaktır. Kör bir gidiş, ayağı yerden kesilmiş bir yürüyüş yerine gerçekle yüz yüze gelmemiz, daha iyiye yönelmemiz veya iyi bir dönüş yapmamız için şarttır. Harise radıyallahu anh’ın imanda geldiği nokta gayet açıktır. Bizim bulunduğumuz nokta da herkes için gayet açıktır. Onun gördüğünü söylediği nesneler üzerinde bizim hâla felsefe yaptığımızı nasıl inkâr edebiliriz. Biz hâla, kabir azabının gerçek olup olmadığını, Mirac’ın ne ile olduğunu tartışmaktan bile kurtulabilmiş değiliz. Onun gözlemlediğini söylediği cennete biz, Hıristiyan ve Yahudilerin de girip girmeyeceğini konuşma cür’etini bile gösterebilmekteyiz. Bizim felsefesini yaptığımız şey onun gözünde tüllenmiş, atını ona doğru sürmüştür bile.

Harise’nin arş, cennet-cehennem üzerindeki tâli konulara ilgi göstermediği anlaşılmaktadır. Kendisini ana hedefe kilitlemiştir. ‘Nasıl sabahladığı’ sorulduğunda, sabahlara kadar neleri düşlediğini söyleyerek cevap vermesi oldukça manidardır. Böyle bir sorunun bizden birine sorulması durumunda vereceği muhtemel cevaplar, kimin neyin peşinde olduğunu gayet açık bir şekilde ortaya koyar. Mesele neyi dert edinmekten geçmektedir; onun derdi dilinde sözcüğe dönüştü, bizim dertlerimiz de bizim dilimizde sözcüklere dönüşmektedir. Cennete kilitlenmiş insanlar, cenneti gören gözlerin sahibi oldular. Diplomaya kilitlenenler de her A4 kâğıdını diploma gördüler; o görüş uğruna da pek çok kâğıdı yırtmakta sakınca görmediler. Mala kilitlenenler de nasıl sabahladıkları sorulduğunda, düşlerinin yansıması olan cevaplar verdiler.

Gerçek gayet açık ve nettir. Harise’nin verdiği ders şudur: Duygular yalan söylemiyor. Dil ne derse desin, kalbin barındırdığı sevgi, sahibini sevdiğine doğru sürmektedir.

Harise’yi İzleyebilmek

Gerçekten Harise büyük bir hedefe işaret etmektedir. Onu izleyebilmek de oldukça yorucu olacaktır. Kesinlikle Harise’nin ulaştığı ona mahsus değildir; imanını derdi edinen herkes aynı noktaya hatta daha ileri bir seviyeye gelebilir. Nübüvvet makamı dışında ulaşılamayacak tek makam sahabilik makamıdır. Her mü’min, bu büyük koşuya davetlidir. Umutsuzluk ağır bir hatadır. Biz bu tür bilgileri, sahiplerine imrenip, kendimizi hor görmek için öğrenmiyoruz. Bilakis onları tanıyıp, benzerleri olmayı arzuluyoruz ki bu da mümkündür. Allah’ın bizi davet ettiği cennet aynı cennettir. Göstermiş bulunduğu çalışma alanı da aynı alandır. Cihad aynı cihaddır. İbadet aynı ibadettir. Meşakkatler aynı meşakkatlerdir.

Yalnız, Harise radıyallahu anh’ın sözlerindeki en can alıcı nokta gözümüzden kaçmamalıdır. Harise, tavrını açıklarken gerekçeyi, kendisini dünyadan soyutlamaya dayandırmaktadır. Bunu biz, dünya sevgisini aşmak olarak da anlayabiliriz. Gerçekten de şu veya bu türü ile dünya sevgisi olarak adlandırılabilecek ne varsa o; yaşarken Arş’ı görmeye manidir. Biz ise dünya zevklerimizden hiçbir ödün vermeden onlar gibi yaşarken Arş’ı görebilmeyi istiyoruz. Bu isteğimiz de havada kalmaktadır. Dolu midelerle yükselmeyi, uykudan şişmiş gözlerle görmeyi ummak gerçeklerle ters düşmektedir. Biz dünyayı ayağımıza bağladıktan sonra kuş olup kanatlanmayı arzularken, emelimizle amelimiz arasındaki ters orantının bizi ne hale getireceğini düşünmek bile istemeyiz. Ama hakikatleri gizlemek zordur. Atı alan Üsküdar’ı geçti ya mesele budur.

[1] 30924. hadis.