İçeriğe geç
Anasayfa » PEYGAMBER EFENDİMİZİN ADÂLETİ

PEYGAMBER EFENDİMİZİN ADÂLETİ

Adalet, adalet, adalet… Pek çoğumuzun, günümüzde olmadığından yakındığı bir mefhum. Hangi inanç ya da ideolojide olursa olsun herkesin istediği ve muhtaç olduğu bir değer. Peki nedir adalet, nasıl âdil olunur ve bu anlayış topluma nasıl hâkim olur?

Adalet: “hak ve hukuka uygunluk; herkese kendine uygun düşeni, kendi hakkı olanı verme” olarak tarif edilebilir. Nasıl âdil olunacağı ve adaletin hâkim olacağı bir toplumun nasıl teşekkül edeceğine gelince, bir mü’min için bu sorunun cevabı şeksiz şüphesiz Rasûlullah (s.a.v)’ın hayatındadır. Onun hayatını okuyan, hadislerini mütalaa eden kimse için yukarıdaki soruların cevabı hiç de zor değildir.

Güzel ahlâkı tamamlamak için gönderilen[1] ve inananlara yegâne örnek olan[2] Sevgili Peygamberimiz, her meselede olduğu gibi adalet konusunda da zirvede idi. Hayatının hiçbir anında adaletin dışına çıktığı görülmedi. O, siyerinin her karesinde, her hak sahibine hakkını verdi. Herkes menfî ya da müsbet, neyi hak ediyorsa onu buldu.

Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in adaletinin en önemli yönü, ayrım yapmaksızın herkes için geçerli olan bir yapıda olmasıydı. O’nun için, ceza veya af gereken durumlarda şahısların kim oldukları önemli değildi. Zengin-fakir, itibarlı-sıradan, uzak-yakın gibi ayrımlar asla söz konusu olamazdı.

Bir defasında Mahzûm kabîlesinden Fâtıma adında bir kadın hırsızlık yapmıştı. Bu hal Kureyşlileri pek üzmüş, bu konuyu Rasûlullah ile kim görüşebilir diye kendi aralarında konuşmuşlardı. Bazıları: “Bu işe Rasûlullah’ın sevgilisi Üsâme b. Zeyd’den başkası cesaret edemez.” demişti. Üsâme (r.a) de bu meseleyi Peygamberimiz (s.a.v) ile görüştü. Allah Rasûlü, Üsâme’ye: “Allah’ın koyduğu cezalardan birinin uygulanmaması için aracılık mı yapıyorsun?” buyurduktan sonra kalkıp bir hutbe îrâd etti ve şunları söyledi: “Sizden önceki milletlerin helâk olmasına sebep, içlerinden soylu biri hırsızlık yapınca ona dokunmayıp, zayıf ve kimsesiz biri hırsızlık yapınca ona cezasını vermeleriydi. Allah’a yemin ederim ki, Mahzûm kabilesinden Fâtıma değil de Muhammed’in kızı Fâtıma hırsızlık yapsaydı, onun da elini keserdim.”[3]

Allah Rasûlü’nün, hırsızlık yapanın kendi kızı olması durumunda dahi cezanın mutlak sûrette uygulanacağını bildirmesi, Efendimizin adalet anlayışını kavrama açısından yeterlidir. Öte yandan, geçmişte bu anlayışı yitirip, insanları cezalandırırken ayrım yapanların, başka bir deyişle adaletten sapanların bu yüzden helâk olmaları gerçekten düşündürücüdür. Bu hususta bir başka hadis de şöyledir: “Bir toplum, adaletten uzak hükümler vermeye başladığında, o kavimde kan dökme yaygınlaşır.”[4]

Unutulmamalıdır ki, zaman zaman toplumdaki adaletin yıprandığını hatta yok olduğunu düşünen fertlerin evvelâ bu hususu kendi ailelerinde tesis etmeleri gerekir. Nitekim aile içerisinde olmayan bir anlayışın toplumda var olmasını beklemek sadece boş bir temennîdir. Toplumu oluşturan fertlerdir, ailelerdir. Fertlerin adalet duygusunu benimsemesi ve aile içerisinde adaletin varlığı, neticede toplumda adaleti hâkim kılacaktır. Ashâb-ı Kirâm’dan Nu’mân b. Beşîr (r.a)’ın naklettiği şu hâdise, adaletin aile içindeki önemini vurgulamaktadır:

“Babam, malının bir kısmını bana bağışladı. Ancak annem Amra binti Revâha: ‘Rasûlullah şahitlik yapmadıkça buna razı olmam.’ dedi. Babam, bana yapılan bağışa şahit tutmak için Peygamber Efendimize gitti. Allah Rasûlü: ‘Bu bağışı bütün çocuklarına yaptın mı?’ diye sordu. Babam: ‘Hayır!’ deyince, Rasûlullah Efendimiz: ‘Allah’tan korkun! Çocuklarınız arasında adaletli olun.’ buyurdu. Bunun üzerine babam döndü ve verdiklerini geri aldı.”[5]

Her mümin, emrolunduğu üzre, Allah’tan korkmalı ve ailesinde âdil olmalıdır. Nu’mân b. Beşîr’in babası gibi, adaleti benimseyenlerin çok olduğu yerlerde, yöneticiler de âdil olmak durumunda olurlar.

Son olarak, Allah Teâlâ’dan, adalet duygusunu kalplerimize yerleştirmesini ve âdil yöneticileri var etmesini niyaz ederken Rasûlullah (s.a.v) Efendimizin, toplumun huzurunu ikâme etmekle vazîfeli olan yöneticilere, adaletle ilgili bazı tavsiyelerini nakledelim:

“Verdiği hükümlerde, ailesinin ve halkın yönetiminde adaletli davranan yöneticiler, kıyamet gününde Allah’ın yanında nurdan yüksek koltuklar üzerinde otururlar.”[6]

“Kıyamet günü, insanların Allah’a en sevgilisi ve meclis bakımından en yakını âdil yönetici, Allah’ın en sevmediği ve meclis bakımından en uzağı da zâlim yöneticidir.”[7]

“Cennetlikler üç gruptur. Bunlar: Âdil ve başarılı devlet başkanı, yakınlarına ve müslümanlara karşı merhametli ve yufka yürekli olan kişi, ailesi kalabalık olduğu halde haram kazançtan sakınıp kimseden bir şey istemeyen adamdır.”[8]

 

[1] Mâlik, Hüsnü’l-huluk, 8.

[2] Ahzâb; 33/21.

[3] Buhârî, Enbiyâ, 54, Hudûd, 12; Müslim, Hudûd, 8.

[4] Mâlik, Cihâd, 26.

[5] Müslim, Hibât, 13.

[6] Müslim, İmâre, 18.

[7] Tirmizî, Ahkâm, 4.

[8] Müslim, Cennet, 63.