İçeriğe geç
Anasayfa » PEYGAMBER SEVGİSİ VE EMÂNÂT-I MÜBÂREKE

PEYGAMBER SEVGİSİ VE EMÂNÂT-I MÜBÂREKE

Peygamber Efendimiz’i Niçin Sevmeliyiz?

İnsanlar arasında sevilmeye en layık olan, hiç şüphesiz on sekiz bin alemin yüzü suyu hürmetine yaratıldığı, iki cihan peygamberi, Allah Teâla’nın Habibi, Rasülüllah Efendimiz (s.a.v)’dir.

O, Allah’ın sevgilisi olduğu gibi Allah’ı ve Ahireti umanlar için de, en güzel bir örnektir.[1] Onu sevmek, imanın gereğidir. Onu sevmek, kamil imanın göstergesidir. İki Cihan’ın Efendisi; “Allah’a yemin ederim ki; sizden hiç kimse beni ana-babasından, evladından ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe gerçek iman etmiş olamaz”[2] buyurmuştur.

Allah Teâla (c.c) da, Rasûlü (s.a.v)’ne itaatin kendisine itaat olduğunu, ona isyanın da kendisine isyan olduğunu bildirerek[3] Rasûlullah (s.a.v)’a sevgi ve itaat göstermemizi emretmektedir. Başka bir Âyet-i Kerime’de, “Rasûlüm de ki; eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.”[4] buyrularak Rasûlullah (s.a.v)’ı sevmenin ve O’na tabi olmanın, Allah (c.c)’ı sevmek ve Allah (c.c) tarafından sevilmek için gerekli olduğu vurgulanmıştır.

Allah Rasûlü (s.a.v), ümmetine karşı çok şefkatli ve merhametliydi. O, doğumundan “Refik-i Âla”sına ulaşacağı ana kadar ümmetini düşünmüş, kurbanına ümmetini de katmıştır. “Andolsun! Size içinizden öyle bir peygamber geldi ki; zahmet çekmeniz onu üzer. Üzerinize titrer. Mü’minlere çok şefkatli ve merhametlidir.”[5]

Elbette değer verene, değer verilir, seven, sevilirdi. Hz. Peygamber (s.a.v) Efendimiz, ümmetini çok seviyordu. Ümmeti de O’nu çok seviyordu. O ve O’na ait her şeye derin bir muhabbet besliyordu.

Sahabe Efendilerimiz (r.anhüm), Rasûlullah (s.a.v)’tan hatıra kalan ne varsa onu koruyup teberrüken saklamışlardı. Rasûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz, tıraş olduğunda mübarek saç ve sakalının tellerini yere düşürmeden kapışmışlardı. Bunların bir tekine sahip olmayı bütün dünyaya değişmeyeceğini söyleyenler vardı. Ayrıca, savaşta yardım etmesi için “lıhye-i saadeti” sarığına koyan, ölüm anında şefaat dilemek için ağzına koyup “dâr-ı beka”ya öylece göç edenler de vardı.

Yine Validelerimizden Ümmü Seleme (r.anha)’de Efendimiz’in bir miktar saçı, Hz. Aişe (r.anha)’de ise bir hırkası bulunduğu ve insanların bunları teberrüken yüzlerine gözlerine sürdüğü bilinmektedir.

Bunun gibi Fahr-i Kâinat (s.a.v) Efendimiz’e ve diğer peygamberlere, bazı sahabî ve İslâm büyükleriyle Haremeyn-i Şerifeyn’e ait eşyalara, “Emânât-ı Mübareke” veya “Emânât-ı Mukaddese” yani Mübarek Emanetler (Mukaddes Emanetler) denmektedir. Ümmeti olmakla övündüğümüz Efendimiz (s.a.v)’den bize kalan her hatıra, onunla buluşamayan bizler için birer tesellî ve ümit kaynağıdır.

Mukaddes Emanetler’in büyük bir kısmı Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı fethetmesini müteakip Hilafet ve Haremeyn’in Osmanlılara geçmesiyle İstanbul’a gönderilmiştir. Mısır’ın Fethi sırasında Kansu Gavri’nin, Mağrib’e kaçırtmak için İskenderiye Kalesi’ne gönderdiği Mukaddes Emanetler bulunmuş ve Yavuz Sultan Selim’e teslim edilmiştir. O büyük Sultan, “Şefaat Yâ Rasûlâllah” diyerek bunları yüzüne gözüne sürmüş ve kendi eliyle mühürlemiştir. Bu sırada Osmanlı hakimiyetini tanıyan Haremeyn Şerifi II. Berekat da, çoğunluğu Kabe’ye ait emanetleri Sultan’a göndemiştir.

Mukaddes Emanetler, zamanla Fahr-i Âlem (s.a.v) Efendimiz’in aşığı devlet adamlarının satın alması ve hediyelerle çoğalmıştır. Payitahta gelen emanetlerin XIX. yüzyılda arttığı görülür. Bu artışta eşyalara ve kişilere saygının şirk olduğunu varsayan Vehhabilik akımının kuvvet kazanması en önemli âmildir. Asrın hemen başında Kerbela’ya giren Vehhabiler bid’at iddiasıyla Hz. Hüseyin’in kabrini tahrib ettiler. Ardından Mekke’nin işgaliyle Kabe ve Beytullah’a ait bir çok emanet yağmalanmıştır. Medine işgaliyle birlikte de Efendimiz (s.a.v)’in mübarek türbelerinde bulunan değerli eşyalarda tarümar edilmiştir. İsyanı bastıran Mehmed Ali Paşa, Abdullah b. Suud’un elinden bu eşyay-ı mübarekeyi almış ve İstanbul’a göndermiştir. Deftere geçirilen bu emanetler, sûre ile tekrar aid oldukları yere yollanmıştır.

Son olarak da, I. Cihan Harbi sırasında Medine Kahramanı Fahreddin Paşa tarafından Medine’deki Mukaddes Emanetlerin, İngilizler ve asiler tarafından yağmaya uğramaması için Payitaht’a göndermesiyle sayısı artmıştır. Mukaddes Emanetler, bugün Topkapı Sarayı’nda, 605 ‘i Mukaddes Emanetler Dairesi  (Has Oda) olmak üzere, çeşitli bölümlerde sergilenmekte ve korunmaktadır. Ayrıca Eyüp Sultan ve I. Abdülhamid Türbelerinde Kadem-i Şerifler, Hırka-i Şerif Camiinde Hz. Peygamber’in Veysel Karani’ye hediye ettiği “Hırka-i Saadet” ve İstanbul ve Anadolu’nun çeşitli yerlerinde Sakal-ı Şerifler de bulunmaktadır.

Hırka-i Saadet Odası (Has Oda)

Ecdadımız, bu emanetlere ziyadesiyle ehemmiyet verip onları süsleyip korumuşlardır. Sultan Selim, Topkapı Sarayı’nda kendisine ait olan Has Odayı Emanat-ı Mübareke için tahsis etmiş, burada 24 saat Kur’an-ı Kerim okunması için 39 görevli tayin etmiş ve 40.’sı da kendi olmuştur. Has Oda, sarayda Enderûn’un en kıdemli ağalarının gözetimine verilmiş, bu ağalar, Emanetlerin muhafazası ve temizliğine memur kılınmıştır. Temizlik sırasında toplanan tozlar, özel olarak yapılmış toz kuyusuna atılarak ayakların değmesine izin verilmemiştir.

Cihada çıkılacağı zaman Sancak-ı Şerif ve Hırka-i Şerifler çıkarılır, teberrüken ve manevî yardım için orduyla birlikte götürülürdü. Ayrıca Peygamber Efendimiz’in Halifesi olan Padişahların teneşiri Has Oda önünde, toz kuyusuna bitişikti. Padişahlar, ahiret yolculuğuna da Allah Rasûlü’nün hatıraları önünden çıkarlardı.

Has Oda’yı kendisi için ilk tesis eden Padişah Sarayın da kurucusu olan Fatih Sultan Mehmed’dir. Mısır Fethini müteakip Padişah odası aynı zamanda Mukaddes Emanetler için bir korunak oldu. Revaklardan girildiğinde evvela Şardırvanlı Sofa’ya geçilir. Sağ taraftaki oda ise Arzhane’dir. Hırka-i Saadet ziyaretinden önce misafirler burada dururdu. Arzhane’den Hırka-i Saadet dairesine geçen bir kapı vardır. Bu kapının hemen karşısındaki köşede tonoz kubbeli, altın yaldızlı çiçekleriyle gümüş şebeke dikkati çeker. İşte Hırka-i Saadet ve Sancağ-ı Şerif gibi emanetler bu muhteşem şebekede saklanırdı.

Sarayın en önemli merasimleri burada icra ediliyordu. Vefat etmiş padişahın cenazesi buradan kaldırılırken, yeni padişaha ilk biat Has Oda’da olurdu. Padişah kızlarının nikahı da Efendimizin mübarek eşyaları huzurunda kıyılırdı. Cuma geceleri, bu odada ihya olunur; şehzade ve padişahların hatim duaları gibi dini merasimler de burada icra olunurdu. Padişahlar, cülûslarının 15. günü Has Oda’yı ziyaret eder ve Emânât-ı Mübareke’nin kayıtlarını gözden geçirirdi.

Bu merasimlerin en önemlisi ise, Ramazan-ı Şerif’in 15. günü yapılan ziyarettir. Ramazan-ı Şerif’in 15. gecesi Padişah ve Enderûn Ağaları, ellerinde temiz süngerler ve gülsuları ile Has Oda’ya gelirler; evvela Padişah, Silahdar Ağanın verdiği birkaç süngerle gümüş şebekeyi siler, ardından Rikabdar Ağa ve Çuhadar Ağa başta olmak üzere Has Oda Ağaları Has Oda’yı temizlerlerdi.

Ertesi gün öğlende, Hırka-i Saadet açılır, başta Padişah olmak üzere devlet erkânı ve Enderûn Ağaları tarafından ziyaret edilirdi. Bu ziyarette hırkanın bir kısmı gülsuyuna değdirilir ve bu gülsuyu damlalar halinde şişelere dağıtılarak ziyaretçilere verilirdi. Bu sular da teberrüken içilir, şifa umulurdu. Bu adet II. Mahmud devrinde kaldırıldı. Bundan sonra hırkanın sağ omuzu öpülürdü. Ancak araya bir mendil konur ve Hz. Peygamber’in mübarek hırkasına değen bu mendil de ziyaretçiye hediye edilirdi. Ziyaret sırasında Padişah, sağında Sadrazam, solunda Kızlar Ağası olmak üzere Hırka-i Saadetin başında dururdu. Bu sırada ağalar yüksek sesle Kur’an tilavet ederlerdi.

Has Oda’daki merasimler, Yavuz Sultan Selim’den Sultan Vahidüddin’e kadar devam etti. 1 Kasım 1922’de Saltanatın lağvı ile Has Oda kapatıldı ve yüzyıllarca devam eden 24 saat kur’an okuma geleneği de kaldırıldı. 1962 senesine kadar kapalı tutulan bu oda bu tarihten itibaren sadece turizm namına açıldı. Yeniden 24 saat Kur’an okunabilmesi için 25 Ekim 1996 tarihini beklemek gerekecekti.

Emânet-i Mübareke

Has Oda’da bulunan emanetleri dört kısımda inceleyebiliriz:

1-Efendimiz (s.a.v)’e Ait Olan Eşyalar

Hırka-i Saadet: Rasûlullah (s.a.v)’ın şair Ka’b b. Zühre’ye hediye ettiği hırkasıdır. Ka’b Arab şairlerinin en kuvvetlilerindendi. Hatta Peygamberimiz (s.a.v) için yazdığı şiirler Efendimizi ziyadesiyle müteessir etmiş, onun katledilmesini emretmişti. Fakat Ka’b pişman olarak İslâm’la şereflendi ve Taif Seferi esnasında Efendimiz’e meşhur kasidesini okudu.

“Peygamberimizin nurundan cihan feyz alır”

mısraını okurken Efendimiz (s.a.v) çok memnun oldu ve hırkasını çıkararak Ka’b’ın omuzlarına attı. Bu yüzden bu kaside “Kaside-i Bürde” olarak anılmaktadır. Geniş kollu siyah yünden yapılmış hırka teberrüken s.a.vaşlarda padişahın yanında götürülür ve Haçova Savaş’ında olduğu gibi Padişah tarafından giyilerek asker cesaretlendirilirdi. Haçova muharebesini anlatan minyatürde başlar üzerinde götürülen Hırka-i Saadet ve Sancak-ı Şerif açıkça resmedilmiştir.

İstanbul’da bulunan diğer bir hırka da Fahr-i Âlem (s.a.v) Efendimiz’i   kendisini çok seven fakat O’nunla görüşme bahtiyarlığına eremeyen Veysel Karani’ye hediye ettiği hırkadır. 17. asrın başında (h.1027) Şükrullah Efendi tarafından İstanbul’a getirlen hırka, 1851 senesine kadar bu ailenin elinde, Akseki Mescidi civarında bir konakta saklanmış; sonra da Sultan Abdülmecid’in yaptırdığı Hırka-i Şerif Camii’ne nakledilmiştir. Camiye şöyle bir levha asılmıştır:

Ziyaret kılsın ümmetler, Rida-i can-bahadır bu

Cenab-ı Üveys’e ihsan-ı atay-ı Mustafa’dır bu.

Sancak-ı Şerif (Liva-i Saadet): Efendimiz’in “Ukab” isimli siyah sancağıdır. Rodos muhasarası sırasında Mısır Valisi Hayırbey tarafından Kanuni Sultan Süleyman’a gönderilmiştir. 1595 senesine kadar seferden sonra tekrar Şam’a göndermek adet iken bu tarihten sonra Has Oda’ya konmuştur. Bu tarihten itibaren Osmanlı padişahlarını veya Serdar-ı Ekremlerin orduyla sefer çıkacağı zaman Sancak-ı Şerifi de yanında götürmesi adet olmuştur. Eğri Seferi sırasında III. Mehmed, Sancak-ı Şerif ve Hırka-i Saadet’in yanında teberrüken evlad-ı Rasûl’den 300 kadar seyyid ve şerifi de götürmüştür.

Sancak-ı Şerif, parçalanmış olduğundan bu parçalardan üç adet sancak dikilmişti. Birinci sancak Padişah sefere gittiğinde çıkarılırdı. Eğer sefere sadrazam çıkacaksa, ikinci sancak götürülürdü. Üçüncü sancak ise Has Oda’da dururdu.

Dendan-ı Saadet: Fahr-i Cihan (s.a.v) Efendimiz’in Uhud Harbinde şehid olan mübarek dişleri. Zümrüd ve yakutla süslü altın bir mahfazada korunuyor.

Sakal-ı Şerifler (Lihye-i Saadetler): Rasûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’in mübarek sakalları saklanırdı. Gerek sarayda, gerekse özel koleksiyon ve camilerde pek çok Sakal-ı Şerif vardır.

Name-i Saadetler: Fahr-i Kâinat (s.a.v) Efendimiz’in Mısır Meliki Mukavkıs’a, Ahsa Valisi Münzir b. Sava’ya, Müseylimetü’l-kezzab’a, Gassani Emiri Haris b. Ebu Şemir’e gönderdiği davet mektuplarıdır.

Kadem-i Şerifler: Hz. Paygamber’in de dedesi Hz. İbrahim gibi mucize olarak bastığı yerde ayak izi çıkardı. Topkapı Sarayında bulunan dördü taş ikisi tuğla altı Kadem-i Şerif’in yanında Eyüp Sultan, Bahçekapı I. Abdülhamid ve III. Mustafa türbelerinde de Kadem-i Şerifler bulunmaktadır.

Yine Sultan I. Ahmed, Mısır’da Kayıtbay türbesinde yer alan Kadem-i Şerifi İstanbul’a getirtmek ister. Mübarek emaneti getiren gemi fırtınalar esnasında İstanbul’a zor varır. Gerek âlimlerin itirazı gerekse Sultan’ın gördüğü rüya emaneti tekrardan sahibine iletmeyi zorunlu kılar ve Kadem-i Şerif Mısır’a gönderilir. Sultan kademin şeklinde bir sorguç yaptırır ve şu kıtayı terennüm eder:

 

             N’ola tâcım gibi başımda götürsem dâim,

            Kadem-i resmini ol Hazret-i Şâh-i Rusülün,

            Gûl-i gülzâr-i Nübüvvet ol kadem sahibidir,

            Ahmeda, durma yüzün sür kademine ol gülün.

 

Padişah mübarek günlerde ve cumaları bu sorgucu giyermiş.

Naleyn-i Saadetler: Hz. Peygamber Efendimiz’in giydiği ayakkabılardır.

Kavs-ı Saadet ve Süyûf-i Mübareke: Efendimizin Keman-ı Peygamberi de denilen yayı ve iki kılıcı. Ecadadın yaptırdığı kıymetli mahfazalarında saklıdırlar.

Mühr-i Saadet: Efendimiz’in mühürleridir. Ancak aslı elimizde bulunmayan mührü Hz. Osman kuyuya düşürmüşür.

Teyemmüm Taşı: Hz. Peygamberimiz (s.a.v)’in teyemmüm aldığı taş olarak inanılan bu taş, Asur Devrine ait bir çivi yazısı tabletidir. Bu durum onunla teyemmüm alınmadığını da göstermez.

2-Diğer Peygamberlere Ait Eşyalar

Hz. İbrahim’in tenceresi, Hz. Musa’nın asası, Hz. Yusuf’un sarığı, Hz. Yahya’nın kafatası ve kol kemiği, Hz. Davud’un kılıcı gibi eşyalar da Has Oda’da muhafaza edilmektedir.

3-Ehl-i Beyt, Sahabe ve İslâm Büyüklerine Ait Eşyalar.

Kılıçlar: Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Halid b. Velid, Muaz b. Cebel, Ammar b. Yasir, Cafer b. Ebi Talib, Zübeyr b. Avam, Sa’d b. Ubade, Dırar b. Ezver, Zeyne’l Abidin (r.anhüm) ve ismi belirlenemeyen iki sahabeye ait kılıçlar.

Hz. Osman’ın mushafı, Hz. Fatıma’nın gömlek ve hırkası, Hz. Hüseyin’in gömleği, Veysel Karani’nin takkesi gibi hatıralar da mukaddes emanetler içerinde yer alır.

Haremeyn’e Ait Eşyalar:

Kabe ve Ravza-i Mutahhara da bulunan çeşitli eşyalar ve hatıralar da mukaddes emanetler içerinde görülmüş, saygı duyulmuş ve muhafaza edilmiştir.

Ka’be’nin örtüsü, kilit ve anahtarları, Altın Oluk ve Hacer-i Esved mahfazası, Haremeyn’de bulunan mushaflar, kitaplar, hediyeler, şamdanlar Emânât-ı Mübâreke’den bazılarıdır.

Konumuzu da bir müjdeyle bitirelim:

Kişi sevdiğiyle beraberdir.”[6]

 

 

[1] Ahzab,21

[2] Buharî, İman 8; Müslim, İman 70

[3] Nisa,80; Maide, 92, konu ile ilgili birçok Âyet-i Kerime vardır.

[4] Âl-i İmran,31

[5] Tevbe,128

[6] Tirmizi, Daavat, 98.