İçeriğe geç
Anasayfa » PEYGAMBERİMİZ (S.A.V)’İ GÖREBİLMEK

PEYGAMBERİMİZ (S.A.V)’İ GÖREBİLMEK

“Ümmetimden beni en çok sevenler, benden sonra gelecek olan öyle kimselerdir ki;

beni görebilmek için bütün servetlerini hatta ailelerini feda etmeğe hazırdırlar.”

Hadis-i Şerif

Rasûlullah (s.a.v)’ı bir kerecik dünya gözüyle görebilmek, arkasında saf tutup namaz kılmak, O’nunla (s.a.v) bir mekânı paylaşabilmek, sohbet-i seniyyelerini can kulağıyla dinlemek, duasına nail olmak, hoşnutluğunu kazanabilmek, sırtını sıvazladığı bir sahabesi olmak, Rasûlullah (s.a.v)’ın sofrasını lokmasını O’nunla paylaşabilmek, hırkasına vâris olmak, iltifatlarına mazhar olmak ne ulvî rütbe, ne yüce şeref, ne kâbına sığılmaz bir bahtiyarlıktır.

Peki, Rasûl-i Ekrem (s.a.v)’i görebilmek, sadece bu lezzetleri tatmak, mescitte, yemekte, istirahatte O’na eşlik etmek demek midir?

Sahabe-i kirâmdan Miktad ibni Esved (r.a), bir gün talebeleriyle birlikte yürürlerken tabiinden birkaç gençle karşılaştılar. Gençler muhabbet dolu gözlerle bu mübarek sahabîye bakarlarken; gönüllerindeki Rasûlullah (s.a.v) özlem ve hasretini şu cümlelerle dile getirdiler:

  • Ey Allah Rasûlü (s.a.v)’nün bahtiyar dostu! Ne mutlu sana. Zira sen Rasûlullah (s.a.v)’ı gördün, O’nun mübarek sedasını, lezzetine doyulmaz sohbetlerini bizzat dinledin. Arkasında namaz kıldın, O’na hizmet ettin, O’ndan iltifat gördün. Ne yazık ki biz bütün bu lezzetlerden mahrum kaldık.

Talebelerin gözlerini yaşartan bu hasret dolu cümleler, Miktad İbni Esved (r.a)’ın hoşuna gitmemiş, yüzünde celalli bir öfke belirmişti. Belli ki diğerlerinin fark edemediği bir hatayı ferasetiyle keşfetmişti. Ve o celalli üslubuyla kıyamet sabahına kadar gelecek olan bütün nesillere, aynı hasret cümleleriyle gönlü yanan bütün âşık gönüllere unutulmayacak olan şu cevabı verdiler:

  • “Rasûlullah (s.a.v)’ı görmek, O’nunla bir anı paylaşmak istiyorsunuz öyle mi? Halbuki asr-ı saadette bir sahâbî olup, Rasûl-i Ekrem (s.a.v)’i görmek demek; akrabalara sırt çevirebilmek demekti. O (s.a.v)’nunla bir sofrayı paylaşmak demek; anadan, yârdan, serden geçebilmek demekti. Rasûlullah (s.a.v)’ın duasına mazhar olmak demek; gerekirse evlâda, babaya, kardeşe kılıç çekebilmek demekti.

Gençler! Sizler halinize şükrediniz. Müslüman ana babalardan dünyaya gelmiş, İslam’ı kucağınızda bir nimet olarak bulmuşsunuz. Bu nimetin şükrünü eda etmeye gayret edin de kaldıramayacağınız yükün talipleri olmayın.”

O halde Kâinatın Efendisi’ni görmek ve Onun iltifatına mazhar olmak duası, üzerinde uzun uzun düşünülmesi gereken ağır bir dua ve bu duânın beraberinde getireceği her türlü fedakârlığı göze almayı gerektiren mesuliyetli bir taleptir.

Çünkü Rasûlullah (s.a.v) ile olmak demek; hangi kıyafeti giyeceğine, hangi kokuyu sürüneceğine karar veremeyen ve sokakta yürürken kendini Arş üzerinde yürür zanneden bir Musab iken, bütün servetlere, makamlara ve imkânlara sırt çevirip üzerindeki bir çuvalla huzuru peygamberîye gelebilmek, “Anam babam sana feda olsun ya Rasûlallah!” diyebilmek demektir.

Rasûlullah (s.a.v)’ın rıza ve hoşnutluğunu kazanabilmek demek; kızgın çöl sıcağında yerlerde sürüklenip, ağır kayalar ve hakaretler altında “Allahu Ehad” sedalarıyla Arşı titreten bir Bilal olabilmek demektir.

Rasûlullah (s.a.v)’ın mübarek lisanlarından cennet müjdeleri duyabilmek demek; küffarın gücünü hiçe sayarak, gönüller sultanını razı edebilmek gayretiyle, Rahman sûresini gür bir sesle okuyan, bayılıncaya kadar dayak yemeyi bu yolda cana minnet sayan Abdullah ibni Mesud olup emr-i peygamberîye tereddütsüz koşabilmek demektir.

Rasûlullah (s.a.v)’ın sofrasında O’nunla (s.a.v) bir lokmayı paylaşabilmek demek; çocukluğunu, gençliğini, çevre ve arkadaşlarını bütün nefsî istek ve arzularını bir kenara iterek, gece gündüz aleyhissalatü vesselam’ın kapısında hizmet nöbeti tutan, O’ndan dinleyeceği bir kelimeyi dünyalardan daha aziz sayan Enes ibni Malik olabilmek demektir.

Rasûlullah (s.a.v)’ın iltifât-ı seniyyelerine mazhar olabilmek demek; şeytanı ürküten bir iman ile küfür ve isyan selleri arasında sarsılmadan, yalpalamadan dimdik ve izzetle duran, bütün dünyanın, imanından tek toz dahi koparamadığı bir Ömer olmak demektir.

Dolayısıyla, Rasûlullah (s.a.v) ile olmak demek O’na sahabî olabilmek demektir. O’nunla beraber olmak, nelerden fedakârlık edilmesini gerektiriyorsa, hiç düşünmeden bu uğurda feda edebilmek demektir.

O halde bizler; Rasûlullah (s.a.v)’ın yanındaki bir kuru ekmeği, en lezzetli dünya nimetlerine tercih edip huzur-ı peygamberîde “Lebbeyk!” diyen bir Mus’ab olabilirsek,

Ve bizler; âhir zamanın isyan ateşleri içerisinde, en ağır fitne yağmurları altında “Allahu ehad” diye kükreyen bir Bilal olabilirsek,

Ve bizler; en şiddetli küfür sellerinin, insanları akın akın cehenneme sürüklediği şu dehşetli günlerde, küfrün adet ve gelenekleri karşısında yekpare bir dağ gibi sarsılmayan bir Ömer olabilirsek,

Kısacası bizler, yaşamakta olduğumuz asrın sahabîleri olabilir, sahabe hissiyatı ile yaşayabilirsek, işte o zaman O (s.a.v)’nu görebilir, O’nun mübarek sedasını duyabilir, O’nunla en lezzetli sofraları, en ulvî meclisleri paylaşabiliriz. Ve ancak o zaman, Gönüller sultanının iltifatlarına lâyık, ikramına mazhar olabiliriz.