İçeriğe geç
Anasayfa » RABBİMİZİ TANIMAK YOLUNDA MEŞGULİYET ENGELİ

RABBİMİZİ TANIMAK YOLUNDA MEŞGULİYET ENGELİ

İnanan bir insan olarak cevabını aramamız gereken en temel soru, “Bu dünyaya niçin gönderildim?” sorusudur!

Üzerinde derin mütalaalarda bulunulan bu konuya hemen hepimizin bildiği, “Cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.”[1] âyet-i kerimesindeki “kulluk etmek” ifadesinin tefsiri mahiyetindeki bir manadan hareketle cevap arayacağız

Âyet-i kerîmede geçen “kulluk etsinler” ifadesinin bazı müfessirlerce manası “tanısınlar” şeklindedir. Bu yorum üzerinden gidecek olursak bu dünyaya Rabbimiz Teâlâ Hazretlerini tanımak üzere gönderildiğimizi söyleyebiliriz.

Bu noktada hatırımıza yeni bir soru geliyor:

“Kulluk etmeyi –öyle ya da böyle- anlıyorduk fakat tanımak nasıl olacak, bazı şeyleri okuyarak/dinleyerek tanıyabilir miyiz?”

Bu minvalde öncelikle kulluk etmek ve tanımak ifadeleri arasındaki ilişkiye odaklanmamız gerekmektedir. Son sözü en başta söyleyecek olursak: Kulluk ile tanımak doğru orantılı bir şekilde ilerleyecektir.

Zümer Sûresi’nin 8. ve 9. âyet-i kerîmelerinde Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:

“İnsanın başı derde düştüğünde, gönülden Rabbine yönelerek Ona yalvarır. Sonra Allah, kendi katından ona bir nimet verdiğinde, önceki yalvarış ve yakarışını unutur da, insanları Onun yolundan saptırmak için Allah’a ortaklar koşar. De ki: “Küfür ve nankörlüğün içinde hayattan biraz daha kâm al bakalım. Nasıl olsa sonunda cehennemi boylayanlardan olacaksın!

Şimdi düşünün, bu cehennemlik kimse mi daha iyidir; yoksa gece saatlerinde secde ederek ve ayakta durarak ibâdet eden, âhiret azabından sakınan ve Rabbinin rahmetini uman tertemiz bir mü’min mi? De ki: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Ancak gerçek akıl ve idrâk sahipleri düşünüp ders çıkarırlar.”

Dikkat ederseniz âyet-i kerîmede kendileri hakkında “bilenler” ifadesinin kullanıldığı kimselerin herhangi bir öğretim süreci geçirdiklerine değil bizatihi Allah Teâlâ’ya yapılan kulluklarına temas edilmektedir.

Böylece dünyaya geliş amacımız olan kulluğun, mutlak manada ibadetleri yerine getirmek değil, bu ibadetler ile Rabbimizi tanıma yolunda terakkî göstermek olduğu bizlere öğretilmektedir.

Bu girizgâhtan sonra mevzuyu kendi hayatımız üzerinden devam ettirelim.

Bugün, gündelik koşuşturmalarımız, yoğun meşguliyetlerimiz içerisinde maalesef ibadet hayatımıza, kalbimizi diri tutacak evrâd u ezkâra gereken vakti ayıramadığımıza çok defalar şahit oluyoruz. Kulluk vazifelerimizle Rabbimizi tanımamız arasında doğru bir orantı olduğunu ifade ettiğimize göre, bu hususta nasıl başarı sağlayabiliriz ki?

Asr-ı saadet ehlinin veya evliyaullahın önde gelenlerinin hayatlarını birebir hayatımıza aktaralım diyecek değilim. Zira bu minvalde kaleme alınan pek çok eser bulunmaktadır.

Zira bizler meşguliyetlerimizin çokluğundan (!) dolayı sünnetleriyle birlikte namazlarımızı ikame edip sonunda tesbihatı da yaptık mı büyük bir iş yapmış gibi hissediyoruz. Çünkü çoğumuz dinî hayatımızı değerlendirirken çevremize, genel halk kitlelerine bakıyoruz. -Maalesef- bu mecralardaki durum çok da iç açıcı olmadığından dolayı yaptığımız birkaç amelimizle kendimizi çok iyi yerlerde görmeye başlıyoruz. Ancak bu halimize zahiren bakıldığında içinde bulunduğumuz durum, yaratılış gayemize zıt görünmekte ve bizim buna bir çözüm bulmamız gerekmektedir.

Bu yazıda günümüz meşguliyetleri ve yoğunluğunu göz ardı etmeden Rabbimizi nasıl tanımaya devam edebiliriz sorusunu düşüneceğiz. Nitekim “İki günü eşit olan ziyandadır.” hadîs-i şerîfiyle de bizlere her gün Rabbimizi tanımak için bir şeyler yapmamız gerektiği, aksi halde hayatımızın ziyan içinde olabileceği söylenmektedir.

Hayat düzeni itibariyle şahsî ibadetlerine zaman ayırabilen kimseler için pek çok kitapta hadîs-i şerîflerden de yola çıkılarak hazırlanmış günlük virdlerin tavsiye edildiğini ifade etmiştik. Ancak iş hayatında meşguliyetlerini -haklı ya da haksız- bahane edip bu gibi ilave ibadet ve zikirlere fırsat bulamayıp bunun derdini çeken kimselere nasıl bir yol gösterilebilir?

Bu soruya cevap olarak iki tavsiyemiz olacaktır:

Birincisi, nicelik arttırılamıyorsa niteliği artırmaya çalışmaktır. Madem yoğunluktan dolayı, amellerimize bir şey ekleyemiyoruz o zaman hali hazırda yaptığımız amellerimizi daha ciddi ve şuurlu bir şekilde yerine getirmeliyiz.

İkinci tavsiye ise gündelik hayatta yapageldiğimiz davranışları, niyetimizi tashih ederek âdet olmaktan çıkartıp ibadet şuuruyla yerine getirmektir.

İlk olarak Rabbimiz tarafından istenen emir ve nehiyler üzerine odaklanmamız gerekir. Nitekim her birimiz mazeret olarak beyan ettiğimiz meşguliyetlerimize rağmen farzları yapmak ve haramlardan sakınmakla mesulüz.

O halde birinci maddede zikrettiğimiz gibi farz ibadetlerimize yönelip onları daha kâmil bir surette yerine getirmeye çalışmalıyız. Tabi ki söylendiği kadar kolay olmayacak ama her birimiz kıldığımız namazlarımızda Allah Teâlâ ile olmak için mücadele etmeliyiz. En azından böyle bir derdi gündemimize almalıyız.  Bu iş de tıpkı maddi hâdiselerde olduğu gibi üzerine çaba sarf edilerek yapılacaktır. Bu hususta neler yapabileceğimizi göstermek için birkaç cümle söyleyerek daha derinlikli çalışmayı sizlere bırakacağız.

İlk olarak, namaz kılmaya başlayacağımız an biraz durarak nasıl bir ibadeti yapmaya niyetlendiğimizi tefekkür etmeliyiz. Zira bizlere miracımız olarak tarif edilen namazımız bile bugün bizler için neredeyse -maalesef- âdeten yapılan bir iş olagelmiştir. Peki, namaz ibadetinin değerini tekrar hatırlamak için üzerine düşünmemiz gereken şeyler nelerdir?

Namazın, kıyamet günü hesaba çekileceğimiz ilk amelimiz olduğu,

Namazın, büyük günahlarımız hariç iki namaz arasındaki günahlarımıza kefaret olabilecek bir ibadet olduğu,

Namazın, bizler için cennetin anahtarı mesabesinde olduğu,

Namazın, ikame ettiğimiz sürece bizleri kötülükten alıkoyacağı,

Namazın, Allah Teâlâ’yı zikredebileceğimiz en büyük ibadet olduğu…

Namaz ibadetinin değerini ortaya koyan bu gibi ifadeleri tefekkür etmek namazımızın kalitesini artırmak yolunda atılacak adımlardan bazıları olabilir.  

Bu hususun diğer yönü ise haram kılınan davranışlardan kaçınma konusudur. Mesela ticarethanede çalışanlarımız müşterilerine bir ürünü satarken dürüst davranıp yalan söylememesi neticesinde cennette Efendimiz’le (s.a.v) komşu olacağını düşünmelidir. Veyahut iş dolayısıyla da olsa canımızı sıkan bir kimsenin bile arkasından konuşmaktan vazgeçerken bu davranışımızın bizi aslında sevaplarımızı kaybedip başkalarının günahlarını da yüklenmekten alıkoyduğunu düşünerek vazgeçersek bu davranışımız bir mana ifade edecektir.[2]

İkinci olarak üzerinde durmamız gereken mesele ise gündelik hayatımızda yaptığımız ve aslında ibadet olabileceğini fark edemediğimiz davranışlarımızdır. Bu hususu Efendimiz’in (s.a.v), bizdendir, ehl-i beyttendir diyerek lütufta bulunduğu Selmân-ı Fârisî’den (r.a) nakledilen bir hadîs-i şerîf ile görelim.

Her fırsatta Müslümanların alay edecek bir açığını arayan müşriklerden biri, Selmân-ı Fârisî’ye (r.a) alaycı bir üslûpla, “Peygamberinizin size her şeyi, hatta abdest bozmayı bile öğrettiğini görüyorum.” demişti. Kendince küçümsüyordu bu durumu. Oysa Selmân-ı Farisî (r.a) rencide olmadı. Aksine bu alaycı tavra büyük bir ciddiyetle karşılık verdi: “Evet, O (a.s), büyük ve küçük abdest bozarken kıbleye doğru dönmemizi, sağ el ile taharetlenmemizi, taharet için neleri kullanıp kullanmamız gerektiğini dahi bizlere öğretmiştir.”

Bu kadar ayrıntılı bir şekilde bize hayatı nasıl yaşayacağımızı öğreten bir dine sahip olduğumuzu unutmamalıyız. Bu minvalde örneklerden birkaç tanesini zikredeceğiz

Sabah uyandığımızda “Bizi öldükten sonra dirilten Allah’a hamdolsun. Yeniden diriltip huzurunda toplayacak olan da O’dur” duası,

Aynaya baktığımızda “Allah’ım! Yaratılışımı güzelleştirdiğin gibi ahlakımı da güzelleştir.” duası,

Evden çıkarken yapılacak dua “Allah’ım senin adınla çıkıyorum, sana güveniyorum. Allah’ım sapmaktan, saptırılmaktan, ayağımın kaymasından ve başkasının ayağını kaydırmaktan, haksızlık yapmaktan, haksızlığa uğramaktan, cahilce davranmaktan ve cahillerin davranışlarına muhatap olmaktan Sana sığınırım.” duası, Bir mekâna girip çıkarken selam vermemiz ve ahlaka münasip davranmamız gibi gün boyu bu şekildeki gündelik-basit davranışları daha dikkatli ve şuurlu şekilde yaparsak Rabbimizi tanıyıp hakiki kulluk vazifemizi yerine getirme yolunda birkaç adım atabileceğimizi unutmayalım.


[1] Zâriyât, 51/56

[2] İbadetlerimizin ilmi birikimimiz ile önem kazanacağına dair şu hadis-i şerif zikredilebilir:

Bir defasında sahabe-i kirâm, Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’e:

−Yâ Rasûlallah! Amellerin hangisi daha faziletlidir? diye sordular. O da:

−Allah’ı bilmektir! buyurdu.

−Hangi amel mertebeyi artırır?” diye sordular. Yine:

−Allah’ı bilmek! buyurdu. Bunun üzerine:

−Yâ Rasûlallah! Biz amelden soruyoruz, Siz ilimden cevap veriyorsunuz!” dediklerinde Rasûlullah (s.a.v):

−Allah’ı bilerek yapılan az amel bile fayda verir. Fakat cehâletle yapılan çok amel bile fayda sağlamaz! buyurdular.