Selam, barış, sevgi, affetme, memnuniyet, güven ve benlik saygısı gibi insanın mutlu olmasını sağlayan derin duyguları ortaya çıkarmaktadır. Bunun yanı sıra selam, ferdin bağlanma ihtiyacını sağlamakta ve bu mutlak bağlılık hissi ile insanı olumsuz duygulardan koruyarak ruhi dengeyi muhafaza etmektedir. İnsanın temel ihtiyaçlarından biri olan güvenlik arayışının temini selamla sağlanmaktadır.
Bütün bu manalarıyla itikadımızın her noktasında karşılığı bulunan selamın, imanın zorunlu bir sonucu olduğu da söylenmektedir. Çünkü selamete ulaşan bir kalp ancak iman ile doludur. Nitekim tasavvuf büyüklerince selam vermekten gaye selamete erişmektir.[1] Bu kıvama ulaşan bir gönül ise bütün halkı, insanları, hayvanları, kısaca canlı cansız bütün varlıkları yüce Allah’ın bir tecellisi, sanatı ve emaneti olarak görüp hepsine rahmet nazarıyla bakmakta, öncelikle hiç kimseye zarar vermemeyi daha sonra ise herkese faydalı olmayı düşünmektedir.
“Bir dosta selam vermek için bile bu dünyaya gelmeye değer.” düşüncesi evliyaullah arasında yaygın bir ifadedir.[2] Her Müslüman ferdi şümulüne alabilecek olup dost kelimesinin o büyükler katındaki akla gelen ilk muhatabı şüphesiz ki âlemlere rahmet olarak gönderilen ve selamın tecellisine ilme’l-yakîn, ayne’l-yakîn ve hakka’l-yakîn gibi yüksek derece de mazhar olan Peygamber Efendimiz’dir.
İnsanın fıtratı itibariyle medenî bir varlık olması sağlıklı bir hayat için nihaî anlamda diğer insanlarla iletişim ve dayanışma içerisinde olmasını gerekli kılmaktadır. İnsanlar arası sosyal iletişim ağını kuran ve bu ağın devamlılık ekseninde sağlıklı bir şekilde işlemesini sağlayan temel unsurlar muhabbet ve dostluktur. Bu itibarla muhabbet ve dostluk duygusu iman ve selam ile bağlantılıdır. Çünkü selam insanlar arasında imanın bir gereği olarak görülen sevgi bağlarının oluşmasını sağlamaktadır.
Nitekim Peygamber Efendimiz, selamı sevgi ve dostluğun, dolayısıyla da insanlar arasında iyi ilişkilerin ortaya çıkmasında önemli bir etken olarak görmektedir. Ayrıca Efendimiz, selamı, Müslümanların birbirlerini sevip saygı göstermelerini vesile olan tutum ve davranışlar arasında saymaktadır.
“İman etmedikçe cennete giremezsiniz; birbirinizi sevmedikçe de olgun imana sahip olamazsınız. Size, yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şeyi haber vereyim mi? Aranızda selamı yayınız.”[3]
Peygamber Efendimiz’in, hadîs-i şerîfte buyurduğu üzere selam dolaylı olarak imanın bir şartıdır. Çünkü selam yalnızca kişisel ve toplumsal bir mesele değil; aynı zamanda imanî bir meseledir.[4] Bu itibarla iman da kemal mertebesine ulaşmanın Müslümanların ancak birbirlerini sevmeleri ile mümkün olabileceğini ifade eden peygamber efendimiz Müslümanlar arasında bu muhabbeti ortaya çıkaran en önemli faktörün selam olduğunu ifade etmektedir.
“Aranızda selamı yayınız.” emr-i mucibince sahâbe-i kirâm hazeratı da Efendimiz’e itaatteki gayretlerini arttırmak için ellerinden geleni yapmaya özen göstermişlerdir. Sahâbe-i kirâmın her biri Allah ve Rasûlü’nün emirlerine itaat hususunda son derece hassas davranırlardı. Selamı yaygınlaştırıp muhabbeti ziyadeleştirerek mü’min gönüllerde iman kardeşliğinin zevkini tatmaya vesile olacak bir zeminin temini için canla başla gayret ederlerdi. Lâkin Abdullah b. Ömer’in (r.a) bu husustaki şevk ve heyecanı, dikkatleri celbedecek kadar yüksek derecedeydi. Bir örnekle bu heyecanı dile getirmeye çalışalım.
Übey b. Kâ‘b’ın tâbiînden sayılan oğlu Tufeyl, Abdullah b. Ömer’in (r.a), bu husustaki gayretini şöyle anlatıyor:
“Çarşıya çıktığımızda, Abdullah b. Ömer kime rastlasa selam verirdi. Karşılaştığı şahıs ister eski eşya satan, ister değerli mal satan, ister yoksul veya tanınmayan biri olsun, mutlaka ona selam verirdi. Bir gün yine onun yanına gitmiştim. Yine birlikte çarşıya çıkmayı teklif etti. Ona:
“Çarşıda ne yapacaksın! Alışverişle işin olmaz. Satılan malların fiyatlarını sormazsın. Bir şey satın almazsın. Herkesin oturup sohbet ettiği yerlerde oturmazsın. Çarşıya çıkacağımıza şurada otur da, birlikte sohbet edelim.” dedim.
Bunun üzerine Abdullah (r.a) bana şunları söyledi:
“Kardeşim! Biz, Rasûlullah’ın bir sünnetini yerine getirmek ve karşılaştığımız kimselere Allâh’ın selamını vermek için çarşıya çıkıyoruz. Başka bir maksadımız yoktur.”
[1] Dilaver Selvi, Selam Olan Ve Sevgi Yayan Gönüller, Keşkül Tasavvuf ve Kültür Sanat Dergisi, İstanbul, 2012, Sy.24, s.73.
[2] Selamla Diriliş, Keşkül Tasavvuf ve Kültür Sanat Dergisi, İstanbul, 2012, Sy.24, s.120.
[3] Müslim, Ebu’l Hüseyin B. Haccac El-Kuşeyî, Sahihî’l Müslim, Darü’l Minhac, Cidde, 2013, Kitabu’l İman, C.1, 1:93.
[4] Abdurrahman Kasapoğlu, İslam’da Selam Ve Selamlaşma Olgusu, Hikmet Yurdu Düşünce-Yorum Sosyal Bilimler Araştırma Dergisi, 2010, C.3, Sy.6, s.83.