İçeriğe geç
Anasayfa » RİSALETE İTTİBA SÜNNETE İTTİBADIR

RİSALETE İTTİBA SÜNNETE İTTİBADIR

Sünnet olmasaydı hiçbirimiz Kur’an’ı anlamazdık.”

İmam-ı Azam Ebu Hanife

           Allah Rasûlü’nün vazifesinin sadece Kur’an-ı Kerim’i tebliğ etmekten ibaret olmadığını bizlere bizzat Kur’an-ı Kerim öğretmektir. “Sana da, insanlara kendilerine indirileni açıklayasın diye bu zikr’i (Kur’an-ı Kerim’i) indirdik[1] Âyet-i Kerime’si bu hususa işaret etmektedir.

Cenâb-ı Hak tarafından Hz. Peygambere Kur’an-ı Kerim’i açıklamanın (beyan) yanında tebliğ, talim, tezkiye gibi vazifeler yüklenmiştir. Bu vazifelerin ortak özelliği; peyder pey nazil olan vahyin nasıl anlaşılacağının ve yaşanacağının öğretilmesidir.

Bu hususu Hz. Cabir (r.a)’den nakille rivayet edilen şu sözler açıkça ortaya koymaktadır:

“Rasûlullah (s.a.v) aramazda iken kendisine vahiy geliyor ve kendisi, gelen âyetin mana ve yorumunu biliyordu. Sonra O, âyetle nasıl amel ederse, biz de öylece amel ediyorduk.”[2] İmran b. Husayn da aynı hususa işaret ederek şöyle demektedir:

Kur’an indi, Allah Rasûlü de sünnetler koydu.”[3]

Hz. Cabir (r.a)’in ve İmran b. Husayn’ın açıklamalarında dikkatimizi çeken iki temel husus vardır:

  1. Nazil olan âyetlerin yorumunu sadece Rasûl-i Ekrem (s.a.v) biliyordu, çünkü Allah (c.c) O’nu peygamber olarak seçmişti. Daha açık bir ifade ile âyet nazil olduğunda belirginlik kazanması için gözler Rasûlullah (s.a.v)’a çevriliyor ve O’ndan izah bekleniyordu.
  2. Rasûlullah (s.a.v) âyetteki hükmü izah ettikten ya da âyetle amel ettikten sonra O’nun davranışı etrafındakilerin âyete bakışını şekillendiriyordu.

Asırlardır Müslümanların amel edip uygulaya geldikleri ibadetler arasında bulunan namaz, mestler üzerine mesh, küsuf namazı, yağmur duasında kılınan namaz, şuf’a, karz, lukata ve içki cezası gibi daha birçok husus Allah’ın Rasûlünün bizlere öğrettiği şeylerdir. Bunlar arasında özellikle namaz hem günlük ibadetlerimiz arasındaki konumu hem de dindeki konumundan dolayı Hz. Cabir’in anlattığı hususun en bariz örneğidir. Kur’an-ı Kerim’in muhtelif yerlerinde emredilen namazın nasıl kılınacağı, vakitlerin sınırı, rekat sayıları vb. hususlar açıklanmamıştır. Müslümanlar bunların her birini Rasûl-i Ekrem’e bakarak öğrenmişlerdir. Sadece Kur’an’a ve lugatlara bakılırsa namaz kimi yerlerde sadece duadan ibaret bir ibadettir.

Âyetlerin nüzulüne şehadet eden Ashab-ı Kiram Arap diline vakıf olmalarına rağmen âyetler hakkında herhangi bir yorumda bulunmayıp bakışlarını peygambere çevirmeleri dikkate değer bir husustur. Esasında O’nun peygamber olduğuna iman etmiş her mü’minin gösterdiği/göstermesi gereken bu hassasiyeti; hali hazırda meselelerin mecrası değiştiği için muhtelif vesilelerle gündeme getirmek elzem hale gelmiştir.

Çünkü Kur’an-ı Kerim’in doğru anlaşılması için türlü meşakkatlere katlanarak bize zengin bir ilmi emanet bırakan ulema değişik vesilelerle nasları lafzâ yorumu ile ilgilenmek, sadece dil tahlilleri yapmakla itham edilmektedir. Ancak bu iddiaların sahipleri de lafızların ya da rasyonel aklın sınırlarına sığınarak âyetler hakkında yorumlarda bulunmaktadır. Bu yorumlarda genellikle hesaba katılmayan husus Hz. Peygamberin (ya da bugün için sünnetinin) âyetlerle bizim aramızdaki konumudur.

Çok basit bir mukayese bizleri; Hz. Cabir (r.a)’in sözleri ile günümüzdeki pratiğe taşımaktadır. Tabi sadece günümüzle sınırlı olmayan bu anlayışın örneklerini İslâm’ın ilk dönemlerinde de görmek mümkündür:

Hz. Ömer ise Kur’an-ı Kerim’in beyanı ve sünnet ilişkisini şu şekilde ortaya koymaktadır:

“Size birtakım insanlar Kur’an’ın müteşabih âyetleriyle mücadele etmeye gelecekler. Siz de onlara karşı sünnetleri ele alarak karşı koyun. Çünkü sünnetlere sahip olanlar Allah’ın kitabını en iyi bilenlerdir.[4]

Hz. Ali ile Hariciler arasında tahakkuk eden münakaşalardan bahisle İbn Abbas’ın şöyle dediği nakledilmektedir:

“İbn Abbas: Ey Mü’minlerin Emiri!

Ben Allah’ın kitabını onlardan daha iyi biliyorum; çünkü Kur’an, bizim evlerimizde nazil oluyordu. Hz. Ali kendisine:

“ Doğru söylüyorsun. Fakat Kur’an pek çok farklı bakış açıları taşır özelliktedir. Sen bir şey söylersin; onlar da başka şeyler söylerler. İyisi mi sen, onlarla, sünnete dayanarak tartış. Kendilerine hadisleri arzettiğin zaman kaçacak yer bulamazlar.[5]

Rasûl-i Ekrem’in fiileri ve âyetler hakkındaki izahları söz konusu ise mü’minlerin halifesi, risalete iman edenlerden teslimiyet beklemektedir. Çünkü mü’minler için Rasûlullah’ın risaletini kabul etmek, beyanlarına ittiba etmekle hatta sadece onun beyanını beklemekle eşdeğer bir şeydi.

Bu dikkate değer bir husustur. Hassaten lugat açıklamalarına istinaden âyet yorumlarının çokça yapıldığı günümüz şartlarını düşündüğümüzde meselenin önemi ortaya çıkmaktadır. Çünkü Kur’an-ı Kerim ile aralarına peygamberi alan ve ‘arada bulunana’ ittiba eden sahabe nesli ile; doğrudan vahy-i ilahiyi hatta bazen ‘burada bu denmek istenmiştir’ denilmek suretiyle murad-ı ilahiyi ‘aracısız’ anlamaya/yorumlamaya/tevil etmeye çalışan sair insanların farkı ortaya çıkmaktadır.

Rasûl-i Ekrem’i bizler de peygamber kabul edip O’nun risaletine iman ettiğimize göre bugün Kur’an-ı Kerim’le aramıza O’nu almalıyız. Allah’ın Rasûlü sünnetleri ile aramızda olduğuna göre bunu temin edecek olan sünnettir. Farzı muhal sünnetin ihmali yani Kur’an-ı Kerim yorumlarında sadece lugat açıklamalarının, akli yorumların, tevillerin, tefsirlerin öne çıkması ya da öncelenmesi bunların risaletin makamını işgal etmeleri ile eşdeğerdir. Dolayısı ile dün olduğu gibi bugün de Sünnet-i Rasûlullah’a ittiba nübüvvete ittiba etmek, nübüvvete ittibadır. Bu  da hidayet kitabının mü’minler için gerçekten hidayet kaynağı olmasını temin edecektir.

İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin de söylediği gibi Kur’an-ı Kerim sünnet olmadan anlaşılamaz. Bugün Kur’an-ı Kerim’in anlaşılmasında bir ihtilaftan bahsedenler biraz da Allah Rasûlünün, nübüvvetin sadece vahyin taşıyıcısı haşa huzurdan postacısı olmadığı hususunun tekrar hesaba katmalıdır. Bizler için de durum farklı değildir: Kimin referansı Sünnet, hadis ya da onların izinden giden ulemanın görüşü ise onlara ittibadır. Selefin dediği gibi “Sünnet Nuh’un gemisidir. O’na binenler kurtulur”.

 

[1] Nahl Suresi, 44.

[2] İbn Kayyım, İ’lamu’l-muvakiin, II, 367.

[3] Müsned IV, 445.

[4] Darimi, Mukaddime 17.

[5] İbn Sa’d’dan nakille Abdülgani, s.124.