İçeriğe geç
Anasayfa » SAMİMİYET VE DOĞRULUK

SAMİMİYET VE DOĞRULUK

Bir şeyi irade ve sevgiyle kabul etmek, gönülden istemek demek olan samimiyet; müslüman için her işinde haktan yana ve kararlı olmayı, bu meyanda öncelikle inanmayı ve inancına göre yaşamayı gerektirir. Ayrıca samimiyet ve dürüstlük, her başarının anahtarı, mutlu ve huzurlu yaşamanın köprüsüdür.

Dürüstlük, sadâkat, istikamet, hidâyet gibi isimlerle de anılan doğruluk, hayatı doğru anlamak ve doğru yaşamaktır. Doğruluk bir müslümanın temel özelliklerinden olup, o bu sayede gerekli kurallara uyar ve tüm insanların haklarına riâyet ederek adil davranır.

Aslında her başarının temelinde samimiyet vardır. Çünkü hedeflediği işine inanmayan kimse, onun zorluğuna ve çilesine sabredemez, sabredemeyen de hedefine eremez. Oysa ancak samimi ve sabırlı olan insan, hedefine ulaşır. Bir mümin için en büyük hedef ise, Yüce Allah’ın sevgisine ermek ve rızasına göre yaşamak olduğu malumdur.

Peygamberimiz (s.a.v), “Din, bütünüyle nasihat yani samimiyetten ibarettir.” buyurmuştur. Kendisine, “kime karşı samimiyet” diye sorulunca: “Allah’a, Kitabına, Rasûlüne, mü’minlerin başındaki idarecilere ve bütün mü’minlere.” cevabını vermiştir.

İçteki samimiyete “ihlâs” ve bunun dışa yansımasına da “edeb” denir. Her mü’minin içinde samimiyet, dışında yani davranışlarında da edep bulunmalıdır. Kişinin Allah yolunda ne kadar samimi olduğunun ölçüsü de edebi ve amelidir

İman şüpheyi, ihlâs ise riyayı kabul etmez. Ameldeki kusurlar bağışlanabilir ama iman ve ihlâs her zaman sağlam olmalıdır.

Niyet ve samimiyet esastır ve ilahi muamele buna göre olur. Bazı kaynaklarda yer alan şu rivayet bunu göstermektedir:

Abdullah b. Ömer (r.a.) dedi ki: Hz. Peygamber (s.a.v)’in yanında bulunuyorken Benî Hârise kabilesinden Harmele b. Zeyd el-Ensârî geldi, oturdu ve eliyle diline işaret ederek:

– Ya Rasûlallah! Dilimde iman sözü var ama kalbimde iman değil nifak var. Çünkü kalbim Allah’ı çok az zikrediyor, dedi. Peygamberimiz (s.a.v), bir şey söylemediler. O, aynı sözünü tekrarlayınca,

– Allah’ım, buna doğru söyleyen bir dil, şükreden bir kalp ver. Ona benim sevgimi ve beni sevenlerin sevgisini ihsan buyur. Onun işinin akıbetini hayırlı eyle, diye dua etti. Buna pek sevinen Harmele:

– Ya Rasûlallah! Benim kardeşlerim de münafıktırlar. Onlar, yeri geldiğinde “Biz mü’miniz.” diyorlar ama içlerinden inanmıyorlar. Ben onların başkanıyım; acaba    size gelmelerini söyleyeyim mi? dedi.

Rasûlullah (s.a.v) buyurdu ki:

– Kim senin gibi gelip samimiyetle durumunu bize arzederse, biz sana yaptığımız gibi onun için de Allah’tan af dileriz. Ama kim günahında ısrar ederse, onun hakkında hükmü Allah verir. Biz kimsenin bizden sakladığı günahını, niyetini ortaya çıkarmayız.” 

Müslümandan beklenen her zaman samimi ve iyi niyetli olmasıdır. Kamil mü’min olmanın yolu budur. Allah’a en sevimli kulluğun O’na karşı samimi olmak olduğunu unutmamalıyız. Nitekim Rasulullah (s.a.v): “İhlâsla amel et, az da olsa sana yeter.” buyurmuştur.  Bilinmeli ki; niyetteki bozukluk dostluğu bozduğuna göre, Allah’a karşı pek samimi ve niyetlerimizde dürüst olmalıyız ki, istikamet üzere yaşayalım ve imanın tadına erebilelim.

Matlub bir şeyi elde etmek için lazım olan gayreti göstermek samimiyetin gereğidir, ama onun hiç emek vermeden kendiliğinden olmasını beklemek samimi olmaya uymaz. Çalışmadan, emek vermeden ne din, ne ahiret ve  ne de dünya kazanılır.

Dualarda dilimizin söylediğine kalbimiz, gönlümüz de katılmalı ve ona ulaşmak için var  gücümüzle çalışmalıyız. Dua ve isteklerimizde samimi ve içten olmalıyız. Peygamberimiz, “İstediğiniz şeyin olmasına kesin inanarak onu Allah’tan dileyin, dua edin. Şunu iyi bilin ki, Allah, ne istediğini bilmeyen gafil ve boş kalbin duasını kabul etmez.” buyurmuştur.

Dini açıdan dürüstlük, sadâkat,  istikamet, hidâyet gibi kelimelerle izah edilen doğruluk, Allah’ın emrine ve koyduğu kurallara uygun dosdoğru bir yol izlemek ve insanların haklarına riâyet ederek tüm haksızlıklardan uzak durmak ve adil olmak demektir. İman eden ve inancını hayata geçiren doğru ve sadık bir müslüman, her konuda olduğu gibi doğruluk hakkında da Hz. Peygamber (s.a.v)’in güzel ahlâkını örnek alır.

Kur’ân-ı Kerim’de, doğruluğa dair birçok âyet-i kerime vardır. Mesela «….Emrolunduğun gibi dosdoğru ol…” (Hûd, 11/112; eş-Şûrâ, 42/15) ayeti Hz. Peygamberin şahsında müslümanların da doğru olmalarını bildirmektedir. Yüce Allah, mü’minlerin sözlerinde olduğu kadar özlerinde de doğru olmalarını emretmektedir.

Ayetlerde Yüce Allah’ın, hâlis ve doğru kullarını şeytanın şerrinden koruyacağı, doğrulukları karşılığında cennete girecekleri, onlara korku ve üzüntünün gelmeyeceği açıkça bildirilmektedir.

Doğruluğun karşıtı yalancılık ve dalâlettir. Doğru mü’minler asla yalan söylemezler. Örnekleri olan Hz. Peygamber’in, «el-Emîn» olarak tanınmasını hiçbir zaman göz ardı etmezler. Onlar konuşurken doğruyu söyler, ama boş yere konuşmaz, kötü söz söylemezler; ya hayır konuşurlar yahut susarlar.

Doğruluk; düşüncede, sözde, niyette, iradede, azimde, vefâ ve amelde doğruluk şeklinde kısımlara ayrılır ve hepsi önemlidir.

Ziya Paşa’nın şu şiiri bu konuda anlamlıdır:

İnsana sadâkat yakışır görse de ikrah,

Yardımcısıdır doğruların Hazreti Allah.

Bütün Peygamberlerin ahlâkı doğruluktur. Peygamberimiz, “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol.” ayeti indikten sonra “Hûd Sûresi beni ihtiyarlattı» buyurarak doğruluğun ne kadar önemi olduğuna dikkat çekmiştir.

Doğru konuşmanın mukabili olan yalancılık, kötü bir huy ve münafıklık alametidir. Harpte, iki müslümanı barıştırmakta ve hanımı ile iyi geçinmekte şatlarına uygun olması kaydıyla caiz görülen yalan konuşmak bunların dışında haramdır.

Bazı durumlarda doğruyu söylemek sıradan anlatımların dışında farklı bir ifade tarzı ile olabilir. Bu durumda da samimiyet ve iyi niyetten ayrılmamak şarttır. Örnek olarak büyük sahabî Muaz b. Cebel’in şu davranışı hatırlanabilir:

O, zekât toplama görevinden evine dönünce, eşi “Bu kadar zekât topladın, bize ne getirdin?” deyince  “Beni gözeten vardı, onun için bir şey getiremedim.” diye cevap verdi. Aslında o, bu sözle Allah’ın gözetlemesini kastetti. Hanımı ise, Hz. Ömer’in onu kontrol eden birini gönderdiğini sandı. Daha sonra hanımı, Hz. Ömer’in evine giderek “Muaz, Rasûlullah’ın ve Ebu Bekir’in yanında emin biri idi. Siz niçin onun peşine gözetleyici bir adam takıyorsunuz?” dedi. Hz. Ömer, Hz. Muaz’dan işin aslını öğrenince güldü, dolayısıyla yapılanı tasvip ettiğini izhar etti ve eşine vermesi için ona biraz mal verdi.

Buradan anlıyoruz ki, her doğru her yerde ve aynı üslupla söylenmemeli, hatta her doğru her yerde söylenmemelidir.

Hadis-i şerifler, “Mümin, hainlik yapamaz ve yalan söyleyemez.” der. Bunlar onun samimiyetine ve dürüstlüğüne uymaz. İçi dışına, sözü işine uymamak, iman sahibi olanın değil münafığın alametidir. Çünkü yalanla iman bir arada bulunamaz.

Müslüman, niyetinde de samimi ve doğrudur. Bu niyeti sayesinde sıradan olan davranışlarını bile ibadete dönüştürür. Mubah işlerini iyi niyetiyle Allah’a itaat fiillerine katar ve onların da sevaplarını alır. Mesela yiyip içmek mubahtır. Yiyip içerken niyeti ibadetlerini ve görevlerini yapmak için güç ve kuvvet kazanmak olursa bunların bile sevabını kazanır.

Yine uyumak mubahtır. Bu uyuma ihtiyacını iyi niyetle yaparsa kulluk olur ve bundan sevap kazanır. Ama aynı davranışları kötü niyetle mesela bir haramı işlemek için güç elde etme maksadıyla yaparsa günah için çalışmış olur ve vebaline müstahak olur.

Netice olarak her zaman ve her konuda samimi, kararlı ve dürüst olmalıyız ki, hem dünyada ve hem de ahirette bunun erdirdiği nimetlere kavuşabilelim.