Allah Teâlâ, Müslümanlara, hayatlarının her sahasını kendisine muvafık bir biçimde tanzim edebilecekleri, kendilerine uyulduğu takdirde dünya ve ahiret saadetini elde etmeye vesile olacak prensipler ve birtakım ilkeler vaz eder. Bu ilkeleri Hazreti Peygamber vasıtasıyla bizlere ulaştırır. Bu hususu, “Andolsun ki Rasûlullah’ta sizin için, Allah’ı ve ahiret gününü umar olanlar ve Allah’ı çok zikredenler için güzel bir (imtisal) numûne vardır.”[1] ayet-i kerimesiyle de bizlere beyan etmiştir. Bu ilkeler, kulun Allah Teâlâ’ya ve diğer kullara karşı olan vazifelerinden müteşekkildir. (Bir önceki vümley ile farklı bir bağlantı kurulabilir mi? Kopuk mu olmuş biraz?)Bu itibarla bir Müslümanın diğer Müslüman kardeşine karşı vazifelerinden birisi de birbirleriyle karşılaştıklarında selamlaşmalarıdır. “Selamlaşmak”, sünnet olmasının yanında İslam ümmetinin âdâb-ı muaşeret ve nezâket kuralları içerisinde mühim bir yer tutar.
İslam’dan önce, müşrikler “Allah uzun ömür versin, seni mülk sahibi yapsın veya milkini daim kılsın” gibi manalara gelen, daha ziyade dünyevî bir takım maslahatların elde edilmesine ve eldekinin ziyadeleşmesine yönelik “Hayyâ-kellâh” dua lafzını kullanmaktaydılar. Bu kelime her ne kadar duâ manasında olsa da, Allah Teâlâ’nın esmâ-i hüsnasından olan “es-Selam” kelimesinin hem dünya hem de ahirete yönelik ihtiva etmiş olduğu mana-i celilei ifade etmekten uzaktır. Bu sebeptendir ki, İslam’ın gelişiyle bu kelime (Hayyâ-kellah), yerini “Her kazâ ve belâdan güvende olasın, Müslüman olarak ölesin” gibi manalara gelen, hem dünya hem ahiret selametini hedefleyen “Es-Selâmü aleyküm” kelimesine bırakmıştır.[2] Zira en güzel dua, kapsayıcı olan, ziyade hayır ve bereketi içinde barındıran duadır.
Allah Teâlâ, “Bir selam ile selamlandığınız vakit siz ondan daha güzeli ile selamı alın veya onu ayniyle karşılayın.”[3] ayetiyle selamlaşmakla alakalı mühim bir mevzuya işaret etmektedir. Selamın rastgele alınmayacağını bildirmiş; bilakis, ya verilen selama eşit bir ifade ile veyahut daha ziyade bir mana ifade edecek şekilde alınmasını emir buyurmuştur. Meselâ “selâmün aleyküm” diyen kimseye “aleyküm selâm” şeklinde icabette bulunulduğunda, verilen selama misliyle mukabelede bulunulmuş olur. “Ve aleyküm selâm”, “ve aleyküm selâm ve rahmetullah”, “ve aleyküm selâm ve rahmetullah ve berakâtüh” şeklinde mukabelede bulunulduğunda daha güzeliyle mukabelede bulunulmuş olur.
Peygamber Efendimizin “Selam vermek mergûb ve makbul bir amel, selamı iade etmek ise vâcib bir borçtur.”[4] hadis-i şerifi, verilen selamı almanın ne kadar mühim olduğunu ifade etmeye kâfi gelir. Selam verilecek kimsenin, selama mukabelede bulunabilecek hâl ve şartları taşıması büyük bir önem arz etmektedir. Zira selam vermek, bir kimseye bir eşyayı emanet etmek gibidir. Nasıl ki, kendisine emanet verilecek bir kimsede bazı özellikler aranır; aynen öyle de selam verilecek kimsede de aranması gerekmektedir. Mesela, İstanbul gibi kozmopolit şehirlerde yolda rastladığımız herkese selam vermek nâhoş sonuçlar doğurabilir. “Birbirinizle selamlaşınız.” hadis-i şerifini dikkate aldığımızda Müslümanlara mahsus olan selamı, “bizden olduğuna” emin olmadığımız kimseye vermenin doğru olmadığını anlarız. Eğer muhatap, selama ehil olmadığından cevap vermez veya selamı bildiği halde alay eder bir tavır takınırsa, selam verenin şahsında izzet-i İslam’a halel getirilmiş olur ki; buna kimsenin hakkı yoktur. Muhatabın ehil olmadığı durumlarda “merhaba, günaydın, vakt-i şerifler hayırlı olsun, iyi günler, iyi geceler” gibi, halk arasında yaygın kelimelerin kullanılmasıyla yetinilebilir.[5]
Selam veren kimsenin yüzünün mütebessim olması selamın adabındandır. Selamın gayelerinden olan sevgi ve muhabbetin neşvu nemâ bulmasının, insanlar arasında nefret ve kinin bertaraf edilmesinin tahakkukunda, mütebessim bir çehrenin mühim bir rolü bulunmaktadır. Selam verdiği kimsenin suratına bakmadan, sert bir üslûpla veya gayr-i ciddi bir tarzda verilecek selam, selamın maksadına muvafık düşmez. Zira selam veren kimse, muhatabına, “Benden sana zarar gelmez.” güvenini telkin eder ve “Size başkasından da zarar gelmesin.” duâsında bulunmuş olur. Aynı şekilde selam verilen kimsenin de, selama yürekten mukabelede bulunması, selamın Hazreti Peygamberin bir sünneti olduğunun şuurunda olarak bir tavır sergilemesi mühimdir. Bu şekilde selamlaşan iki Müslüman birbirlerine gönül kapılarını açmış bulunurlar.
Selam verirken sesimizin işitilebilir seviyede olması da elzemdir. Aksi takdirde kaş yapayım derken göz çıkarılabilir. Selam verilen kimse, selam verenin sesini işitmediği takdirde mukabelede bulunamaz. Selam veren kimse bu durumda, “Benim selamımı almadı.” şeklinde sû-i zan da bulunabilir ki, bu düşünce hadis-i şeriflerde “yalanların en kötüsü” şeklinde ifade edilmektedir.
Hadis-i şeriflerden anlaşıldığı üzere selamda belli bir nizam ve tertip vardır ki, şöyledir; küçük büyüğe, yürüyen oturana, az kimse çok kimseye, binekte olan yürüyene, yürüyen oturana, arkadan gelen önden gidene, yukarıdan inen aşağıdan gelene selam verir.
Selam vermenin caiz olmadığı durumlar da vardır. Meselâ, hutbe esnasında, namaz kılarken, Kur’ân ve hadis okunurken, ezan okunurken, kâmet getirilirken, vaaz edilirken veya dinlenirken selam vermek caiz olmaz. Bunun yanında, “oyun oynayanlara, şarkı, türkü söyleyenlere, haram ile iştiğal edenlere, kazâ-i hâcet edenlere, ağızlarında sigarayı devamlı tutanlara, hamamda veya başka bir yerde çıplak olarak duranlara selam alınıp verilmemesi tembih ve tavsiye olunur.”[6]
Peygamber Efendimiz, “Selamı aranızda yayın.” hadisiyle, Müslümanlara selamı yaymalarını emir buyurmuş, tanıdık tanımadık herkese selam vermeyi tavsiye etmiştir. Hazreti Peygamberimizin “selam” üzerinde bu denli durması, selamın İslam toplumunda gerçekleştirecek olduğu yüce maksatlar içindir. İslam, Müslümanları kardeş ilan etmiştir. Her türlü çirkin ve kötü sözden nehy etmiştir. Müslüman toplumun her bir ferdinin ahlâk-ı hamîde ile ahlaklanmasını hedef edinmiştir.
Selamlaşmanın layıkıyla yerine getirilmesi durumunda İslam toplumu, ferah ve sürura kavuşacaktır. Peygamber Efendimiz, Müslümanlar arasında ülfet, muhabbet ve emniyeti tesis etmek için bizleri teşvik ediyor. Bütün mesele, Müslümanların yek vücûd olması, ahlak ve fazilet sahibi bir ümmet haline gelmesi, günahsız bir cemiyet inşa etmesi gibi yüce gayeleri yerine getirmektir. Hâsıl-ı kelam, selam, hayatı ve cemiyeti emniyetli kılmak demektir. “Esselamu aleykum” dediğimiz Müslümana, “Kardeşim emin olabilirsin ki benden sana zarar gelmez, sana yalan söyleyemem, hile edemem, hakaret edemem, namusuna göz dikemem, küçük göremem.” telkininde bulunur bunun ötesinde bir de âhiret saadeti için duâ etmiş oluruz. Böyle bir cemiyetin hem dünya hem ahiret saadetini elde etmeye layık bir cemiyet olacağı ise muhakkaktır.
[1] Ahzâb, 33/21.
[2] Genç, Abdullah, “Kapı Vurma – Selam Verme Adâbı”, Diyanet, Cilt 5. Sayı 11, 1966. (Güvenç, Abdullah İslâm’da Muâşeret: Kapı Vurma – Selam Verme Adabı, Diyanet İlmi Dergi [Diyanet İşleri Başkanlığı Dergisi], 1966, cilt: V, sayı: 11, s. 306-308)
[3] Nisâ, 4/86.
[4] İz, Mahir, Amel-i Sâlih, “Selam”, s. 132. (Dergi yazısı mıdır?)
[5] Bkz. İz, Mahir, Amel-i sâlih, “Selam”, s.134.
[6] Genç, Abdullah, “Kapı Vurma – Selam Verme Adâbı”, Diyanet, Cilt 5. Sayı 11, 1966.