O (sav.) Sevgi Peygamberiydi
Âlemlere rahmet olarak gönderilen Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (sav.), rahmet kaynağı olan Kur’an-ı Kerim’i son derece canlı ve dinamik bir şekilde hayata taşımıştı.
O’nun hayatı; Kur’an’ın canlı tefsiri, en güzel yorumu ve mükemmel uygulaması idi. Rahmet mesajını en güzel şekilde sunmuştu Allah Rasûlü… İlahî rahmetin tecellileri olan Kur’an ölçülerini büyük bir itina ile gönüllere aşılamıştı.
Peygamberimiz’in (sav.) mübarek sözleri sevgi ve şefkat doluydu. O’nun Hadis-i Şerifleri rahmet ve merhamet damlalarıydı. O, kesinlikle gönül incitmez, kalp kırmazdı. O’nun her davranışı hayat doluydu. O, ümmetini sonsuz bir sevgi ile kucaklayan bir Peygamber’di.
O (sav.) ümmeti için doğdu, ümmeti için yaşadı, ümmeti için Cenab-ı Hakk’a yakarışta bulundu, ümmeti için sevgi gözyaşları döktü. Ümmetine duyduğu uçsuz bucaksız sevgi ile sanki ümmetine “sevgi dersi” veriyordu.
Efendimiz (sav.), yüzlerce Hadis-i Şerifi’nde “ümmetim” ifadesiyle tatlı ve içli mesajlar veriyor, “ümmetim” derken sonsuz bir haz duyuyordu. O, ümmetini kalbî bir sevgi ile bağrına basıyordu. O, ümmetinden ayrılmayı hiç düşünmüyordu.
Bu yüce sevgiye sevgiyle karşılık vermek, O’na lâyık ümmet olmaya çalışmak, O’nun iman ve kulluk anlayışını, O’nun hayat çizgisi olan Sünnetini, O’nun ortaya koyduğu toplum düzenini, O’nun ahlâk sistemini yaşatmak görevimiz olmalıdır.
Allah Rasûl’ü (sav.), Allah’ın Kitabını tebliğ etme yanında çok önemli bir görev de üstlenmişti. Bu görev insanlığa “yepyeni örnek bir toplum modeli sunma” görevi idi. O, ideal bir toplum kurmakla, “Sevgi Toplumu”nu kurmakla görevlendirilmiş, bu toplumu kurma ve yapılandırmada son derece başarılı olmuştu.
O (sav.) Rahmet Peygamberiydi
Kur’an’da bize “O, Mü’minlere son derece şefkatli ve rahmetlidir.”,[1] ifadesiyle tanıtılan Rahmet Peygamberi, söz ve davranışlarıyla gerçekten şerefli ashabına sevgi ve rahmeti yudum yudum içirmiş, müstesna ahlâkıyla, eşsiz aile hayatıyla ve nezih hayat tarzıyla bizim için rahmet dolu bir hayat modeli sergilemiştir. Kendisine zulmeden, savaş açan, öldürme planı yapan Mekkelileri affetmiştir.
İslâm Ailesi, “sevgi” ve “rahmet” üzerine kuruludur. Ana-baba ve çocukları arasında en büyük irtibat, sevgi ve rahmet irtibatıdır. Kur’an, “(Eşlerinizle ve çocuklarınızla ) Aranızda sevgiyi ve rahmeti var eden O’dur. (Allah’tır)”,[2] derken; İslâm Ailesi’nin bu iki temel dinamik üzerine kurulduğuna dikkat çekmektedir. İslâm ailesi, sevgi ve rahmet yuvası, şefkat ve merhamet deryası olmalıdır. Müslüman, ilk sevgi ve şefkat dersini ana-babasından ve ailesinden alır. Müslüman, Allah’ın Kitabını okurken ilahî rahmet mesajını yudumlar. Yüce Peygamberinin hayatını okurken gönlü nebevî rahmetle dolar.
İslâm Toplumu, sosyal adaleti konuşan değil, sosyal adaleti bizzat uygulayan rahmet toplumudur. İslâm Toplumu ceza toplumu değil, af toplumudur. Bilgisizlik toplumu değil, Bilgi Toplumudur.
Mü’min, “Ya Rabbi!.. Bize rahmet eyle” duasıyla Cenab-ı Hak’tan rahmet diler. İnsanlar da rahmete muhtaçtır, diğer varlıklar da… Verimli toprak da rahmete muhtaçtır, kurak toprak da… Hayatta olanlar da rahmete muhtaçtır, ölüler de… Mü’min, mü’min kardeşiyle karşılaştığında selâm verirken; “Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketleri üzerine olsun”, demiyor mu?
Rahmet toplumunun idarecileri de, gayet tabiî olarak gönülleri rahmet ve şefkatle dolu, insaf, adalet ve hakkaniyeti baş tacı eden idareciler olmalıdırlar. Rahmet Peygamberi’nin “Allah’ım!.. Halka yumuşak davrananlara Sen de yumuşak davran.”,[3] duasını alabilmek için çalışmalıdır Müslüman yöneticiler…
Günümüz insanı; İslâm’ın ince ruhunu, Efendimiz’in (sav.) sevgi ve rahmet dolu sünnetini iyice kavradığı ve özümsediği takdirde hayatı değişecek ve saadet çağında olduğu gibi sadece İslâm toplumu değil, bütün insanlık Müslüman’dan ve Müslüman’ın ilim, ahlâk, kültür ve medeniyetinden yararlanacaktır.
O (sav.) Şefkat Peygamberiydi
Peygamberimiz’in (sav.) kurduğu örnek toplum; sevgi, şefkat, rahmet, kardeşlik, hoşgörü, adalet, hürriyet ve barış toplumu idi. O’nun yaşadığı toplumda var olan, cahiliyye döneminden kalma kin, nefret, ihtiras, kıskançlık, intikam, kan davası, ırkçılık, bölgecilik gibi hastalıklar O’nun mübarek sözleri ve örnek davranışlarıyla şifa bulmuş, topluma taze bir kan verilmişti. O’nun sık sık yaptığı “Allah’ım.. Kalplerimiz arasında sıcaklık “ülfet” meydana getir. Aramızda barışı sen temin eyle.”,[4] duası kabul edilmişti.
Peygamberimiz’in (sav.) kurduğu İslâm toplumu, Allah’a kulluk yanında; Allah’ın kullarına sevgi, şefkat ve merhamet etme temelleri üzerine kurulmuştu:
“Mü’minler, birbirlerini sevme, birbirlerine merhamet etme ve birbirlerine şefkat gösterme konusunda bir vücudun organları gibidirler. Vücut organlarından biri rahatsızlık duysa diğerleri uykusuzlukta ve ateşli hastalıkta ona ortak olurlar.”[5]
Bu nebevî mesaj, bir taraftan gerçek müminler arasındaki sevgi, merhamet ve şefkat irtibatını haber vermekte, diğer taraftan bunu bize bir görev olarak yüklemektedir.
Bu nebevî tavsiyeye göre; vücut organları arasında var olan âhenk, dayanışma ve işbirliği gibi, İslâm toplumunun bireyleri arasında da aynı âhenk, dayanışma ve işbirliği bulunmalıdır. Sevgimiz, evimizden başlayarak çevremize taşan, giderek bütün ülkeyi, bütün İslâm Dünyası’nı hatta bütün insanlığı kaplayan bir çağlayana dönüşmelidir.
Bugün İslâm toplumu içinde bilerek veya bilmeyerek bazıları tarafından kin, düşmanlık ve nifak tohumları ekilmekte, toplum bireyleri birbirlerinden koparılmakta, toplumun manevî gücü yok edilmek istenmektedir.
İçinde yaşadığımız toplumda en çok muhtaç olduğumuz şey sevgidir. Müminler olarak “karşılıklı sevgi”ye her zamankinden daha fazla ihtiyacımız vardır. Zor günlerde yaşanan zorlukları ancak birbirimizi severek, birbirimize yardımcı olarak, birbirimize güç vererek aşabiliriz.
Gerçek mümin olmamız, içinde yaşadığımız toplumda bu ahenk, kaynaşma, dayanışma ve yardımlaşmayı gerçekleştirmemize bağlıdır. Gerçek mümin olmak için mutlaka birbirimizi candan sevmeli, birbirimize saygı duymalı, birbirimize her yönde destek ve yardımcı olmalıyız.
Tarih boyunca biz, bu güzel tavsiyelere uyarak hassas duygular ve tertemiz gayeler taşıyan müstesna bir toplum kurmuştuk. Dünyaya ilim ve medeniyet, ışık ve nur saçmıştık. Biz önce gönüllerde taht kurmuştuk. Gerçek anlamda bütün cihana örnek olacak “Gönül Medeniyeti” tesis etmiştik.
Bugün de yaşadığımız bütün olumsuzluklardan ve krizlerden kurtularak dünyaya öncü olacak bilgi, kültür, teknoloji ve medeniyet hamlesini gerçekleştirmemiz, ancak bu şefkat dolu nebevî çizgiyi yakalamakla mümkündür.
….ve Bizim Görevimiz
O Şanlı Rasûl’ün yolunda yürüyen mü’minler olarak birbirimizi çok seveceğiz. Ailemizde sevgi ve şefkati hâkim kılacağız. Toplumda sevgi ve barış içerisinde huzur ve mutluluğu yaşayacağız.
Biz, hiçbir zaman bu ulvî davayı kin ve nefretle yayamayız. Kin ve nefretle bir adım bile ilerleyemeyiz. Ağır sitemler ve yıkıcı tenkitlerle gönül kazanamayız. Biz; müfrit, fanatik ve saldırgan olanların ömrünün kısa olacağına; mutedil, dengeli ve prensipli olanların ömrünün uzun olacağına inanıyoruz.
Önemli bir noktayı da aydınlatmak zorundayız: “Biz sevgiden-saygıdan söz ederken; birileri acımaksızın zulüm ve haksızlıklara devam ediyor, bize sürekli kin ve nefret aşılıyor olabilir!..”
Herkes sütünün gereğini yerine getirecek, kendi düşüncesini ve karakterini sergileyecektir. Kin, nefret, intikam, kıskançlık gibi bulaşıcı hastalıklara yakalananlar, elbette bunu çevrelerine bulaştıracaklar, kin ve kan kusacaklardır.
Ama biz imanlı ve şuurlu gençlik olarak, dinini ve ülkesini gönülden seven mü’minler olarak bu çeşit kışkırtıcı, kasıtlı ve provokatif amaçlı oyunlara gelmeyeceğiz. Kin ve nefrete, kin ve nefretle karşılık vermeyeceğiz. Biz; İki Ömer’den birini kazanabilmek için, bizi öldürmeye gelen kişinin bizde dirilmesi için, kardeşimizin küllenen imanını üfleyip alevlendirmek için din kardeşlerimize yardımcı olacağız.
Günümüzde… Çeşitli sebeplerle toplum fertleri arasında zayıflayan kardeşlik bağlarını yeniden güçlendirmeliyiz… Saadet Çağı’ndaki İslâm Kardeşliği’ni yeniden canlandırmaya çalışmalıyız. Yıkılan gönülleri, yıpranan ilişkileri onarmalıyız…
Aynı inancı paylaşan insanlar arasındaki soğukluk ve kırgınlığı mutlaka kaldırmalıyız. Medyanın ve çevrenin yanlış bilgilendirmesi etkisiyle Müslüman cemaatlere ve iman kardeşlerimize karşı sergileyeceğimiz en küçük bir sitem bile bizim için kayıptır. Biz, toplumda huzur ve saadetin temeli olan “karşılıklı sevgi ve anlayış”ı hâkim kılmakla görevliyiz. Biz muhabbet fedaileri olmalıyız.
Mümin kardeşlerimiz bir yana; inançsız olanlara ya da batıl inanç sahiplerine bile şefkat ve anlayışla yaklaşarak onları İslâm’a kazanmalıyız. Onların gönüllerinin İslâm’la yeşermesi için, onların da hidayet nimetine kavuşabilmeleri için; onlara karşı insanlık görevlerimizi yerine getirmeli, Yaradan’dan ötürü yaradılanı sevmeliyiz.
Hastanın değil, mikrobun düşmanı olmalı, inançsız insana doktorun hastaya yaklaştığı gibi şefkatle yaklaşmalıyız. İnançsızların da Hak Yol’u bulmaları için, her karış toprağın İslâm’la yeşermesi için, her gönlün İslâm’la tanışması için, kısaca bütün dünyanın Daru’l-İslâm olması için; Efendimiz’in (sav.) kullandığı en güzel üslûbu, en nazik ifadeyi, en iyi metodu kullanmalıyız. Ama bu yolda yürürken; ana ilkelerimizden taviz vermeyi, birilerine şirin görünmeyi asla düşünmüyoruz.
Allah Rasûlü’nün (sav.) nezih çizgisinde yürüyen sahabe-i kiram gibi… İlim ve irşad erbabı, mübarek âlimler gibi… İhlâs, takva önderleri, gönül ve irfan adamları gibi… Abdülkadir Geylânîler… Mevlâna’lar… Yunus’lar… gibi engin bir hoşgörü ile affedici, bağışlayıcı ve kucaklayıcı olalım. Gönüllerin sevgi ve şefkatle dolması için fedakâr ve vefakâr olalım.
Rabbim kalbimizi sevgiyle doldursun… Gönlümüzü Allah sevgisiyle… Yüce Peygamber’inin Sevgisiyle… Kur’an sevgisiyle… Mümin kardeşlerimizin sevgisiyle doldursun…
O, Allah’ın emriyle Kâinat Efendisi;
Varlığın tacı, varlık nurunun ta kendisi…
Müjdecim, Kurtarıcım, Efendim, Peygamberim:
Sana uymayan ölçü, hayat olsa teperim!…
Sende insan ve toplum, sende temel ve bina;
Ne getirdin, götürdün, bildirdinse: âmennâ!…
* * *
[1] Tevbe,9/128
[2] Rum, 30/21
[3] Ahmed b. Hanbel, Müsned: 6/62,93,257,258,260
[4] Ebu Davud: Salât 178
[5] Buharî: Edeb 27; Müslim: Birr 66; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 4/270