İçeriğe geç
Anasayfa » SEYAHATNAME  YAZILARI

SEYAHATNAME  YAZILARI

İBN FADLÂN SEYAHATNAMESİ:

KUZEY ÜLKELERİNE YOLCULUK

Seyahatname müellifleri çıktıkları yolculuklara sebep olarak birçok olay zikrederler. Kimi zaman ticaret maksatlı kimi zaman bir elçi olarak hükümdar emrinde kimi zaman bir sefer esnasında seyahatler gerçekleşebilir. Zikredilen bu sebepler yolculukların dünyevî boyutunu teşkil eder. Ancak Müslüman seyyahlar işin yalnızca bu boyutu ile yetinmemiş kendilerine dinî bir dayanak sağlama ihtiyacı da hissetmişlerdir. Bu dayanağın en güzel örneğini Ebû Dülef el-Benâzicî, yazmış olduğu bir risalede Rum Sûresi dokuzuncu âyet-i kerîmeyi naklederek göstermiştir:

Yeryüzünde dolaşmadılar mı? Kendilerinden önceki kavimlerin akıbetini görsünler. O kavimler daha kuvvetli, yeryüzünü daha çok imar eden, eserlerle donatan insanlardı. Onlara deliller (âyetler)le peygamberler geldi. Allah onlara zulmetmedi. Fakat onlar kendilerine zulmettiler.

Ebû Dülef de sözü geçen âyet-i kerîmeyi, Allah Teâlâ’nın, seyahati farz kıldığı ve yeryüzünde dolaşıp önceki kavimlerin akıbetlerini öğrenmenin zorunlu olduğu yönünde tevil etmiştir. İşte seyahatlere getirilen böyle bir yorum, seyyahlar için hem motivasyon kaynağı hem de yolculuklarına yükledikleri anlam ve değer olarak çok mühim bir boyutu ortaya koymaktadır.

Yazımızda üzerinde duracağımız eser İbn Fadlân tarafından yazılmış olan ve onun, İdil Bulgar Hanlığı’na giderken yol boyunca gördüğü kavimleri, ülkeleri ve ilginç hadiseleri zikretmiş olduğu seyahatnamedir. İbn Fadlân, Âbbasi halifesi tarafından İdil Bulgar Hanlığı’na gönderilen kafile ile bu yolculuğa çıkmıştır. Böylece o, geçtiği yerlerdeki reislerle bir arada olma ve buralarda vuku bulmuş olaylar hakkında araştırma yapabilme imkânı elde etmiştir. Kafile başkanı olmasa da eserinde yer verdiği olaylardan anlaşıldığı kadarıyla onun kafilede önemli bir yeri vardır. Ayrıca kafiledeki fakîh ve muallimleri denetleme görevinden ve Bulgar Hanı’nın sorduğu sorulara verdiği cevaplardan İbn Fadlân’nın ilmî seviyesinin de azımsanmayacak bir noktada olduğu anlaşılabilir.

İbn Fadlân, geçtiği yerlerde gördüğü bütün kavimler hakkında bilhassa günlük yaşama dair notlar almıştır. Eserde bahsedilen başlıca kavimler Türkler, Bulgarlar, Hazarlar ve Ruslardır. Özellikle Bağdat’tan yola çıkan bir kafile için kuzeye, daha soğuk ve sert iklime sahip ülkelere doğru ilerlemek farklı hayatlarla karşılaşmak adına ciddi bir tecrübe sayılabilir.

İbn Fadlân ve kafilesinin yolculuğu yukarıda da zikredildiği gibi Bağdat’tan başlamaktadır. Ardından onlar, Hemedân ve Nîşâbûr üzerinden Buhârâ’ya devam edip oradan da doğruca kuzey istikametine ilerleyip Cürcân’a uğrayarak İdil Bulgarlarına varmışlardır. Seyahatin esas sebebi Bulgar topraklarında yaptırılacak olan kale için halifenin gönderdiği dört bin dinardır. Bunun yanında hediyeler, İslam’ı kabul etmiş Bulgarlar için dini öğretecek fakîhler ve cami yapımını bilen ustalar da bu yolculuğa dâhil edilmiş ve neticede büyük bir heyet oluşturulmuştur.

Müellif, eserin yazımına yolcuğun ilk günlerinden başlamış ve geçtikleri şehirleri, o şehirlerde günlük ihtiyaçlarını nasıl karşıladıklarını yahut şehrin valisi ile aralarında geçen münakaşaları anlatmıştır. Ardından seyahatin ilk ilginç durağı kabul edilebilecek olan Türk ülkelerine varmışlardır. İbn Fadlân, Türklerin yöneticileri ile de halkı ile de görüşmüş, onların dinî anlayışlarından ve hayat biçimlerinden söz etmiştir. Seyahatnamenin belki de en önemli sayılabilecek yanlarından biri Türk boyları ve onların yaşayışları hakkında bilgiler içermesidir. Buna göre, Türklerin din olarak belli bir adetleri yoktur ve bu yüzden de onlar başıboş bir şekilde yaşam sürmektedirler. Anlattıklarına göre Türkler büyükleri için “rabb” ifadesini kullanırlar. Başlarına bir musibet geldiğinde ise göğe doğru bakıp “bir Tanrı” demektedirler. Bu aslında Türklerin dinî bir inanca sahip olduğunu gösterir; zira tek tanrı inancı Türkler arasında İslamiyet öncesi dönemde de bilinmektedir. İbn Fadlân’ın din konusundaki vurgusu bilhassa Türklerin bir şeriat etrafında hayat tarzı oluşturmadıkları yönündedir. Dinî hükümler hayatın bütün yönlerini kapsadığı için insanlar her açıdan kendilerine dikkat etmekle yükümlü sayılırlar. Bu da birbirleri arasındaki ilişkiden temizliğe, ibadetlerden eğlence anlayışlarına kadar tüm faaliyetlerin düzen içinde yürütülmesi anlamına gelir. Türkler için böylesine sınırları belli bir düzenin söz konusu olmayışı ve birtakım inançlarının da İslam’ın emir ve tavsiyeleri ile bağdaşmayışı İbn Fadlân’ın dikkatini celbetmiştir. 

Özellikle Müslüman bir seyyâh için en ilgi çekici durumlardan biri Türklerin suyla ilişkilerinin temizlik cihetinden olmamasıdır. Zira su Türkler için kutsal kabul edildiğinden kirletilmemelidir. Bu kendi dinlerince yasaklanan bir davranış olarak da kabul edilmektedir. Ayrıca su ile yıkanan birinin büyü yaptığı, kehanette bulunduğu da düşünülmektedir. Hal böyle olunca su ile kirli bedenlerin veya herhangi bir şeyin temizlenmesi mümkün olmamaktadır. Onlar temizliği ancak hafifçe ıslattıkları bir bez yardımıyla yapmaktadırlar. Heyet de bu yüzden su ile temizleneceği zaman geceyi beklemekte ve herkes yattığında ancak temizlenebilmektedir.

İbn Fadlân’ın dikkatini çeken bir diğer husus ise Türklerin kadınlarını sakınmamaları ve misafirlerinin yanında kendileri nasıl bulunuyorlarsa onları da öyle oturtmalarıdır. Haliyle Müslüman bir kafile için elbette kadınların erkeklerle bir arada ve dinî sınırlar olmaksızın bulunması pek de hoş karşılanabilecek bir tavır değildir.

Bu menfi izlenimlerin dışında eserde müspet olarak Türklerin misafirperverlikleri ile ilgili örnekler de mevcuttur. Değinilen hadiselerden biri şöyledir; eğer Türk ülkesinden bir tâcir geçse ve oradakilerden birine “Ben senin misafirinim. Şöyle şöyle ihtiyaçlarım var. Bana bunları ver.” dese Türk onun tüm ihtiyacını karşılar ve tâciri bu şekilde kafileye gönderir. Ardından bu tâcir yolda ölürse kafilenin dönüşünde Türk onları durdurur ve kafile başkanından o tâcire verdiği ne varsa geri alır. Ancak asla verdiğinden fazlasını almaz ve onları bırakır. Bu da Türk ülkelerinden geçişin hem güvenli hem de müreffeh olduğunun bir işaretidir.

Müellif, Türklerin günlük yaşantıları hakkında bu minvalde çeşitli bilgiler verdikten sonra takdim edilen hediyelerle birlikte yapılan görüşmelere değinir; devlet kademesinde yöneticilere verilen isimlerden bahseder.

İbn Fadlân, eserinin devamında birkaç Türk boyunu zikrettikten sonra Türk şehirlerinden ayrılıp yola devam ettiklerini anlatır. Böylece Türk ülkelerinden sonra artık Bulgarların topraklarına varmaktadırlar. Yolcuğun esas gayesi hükümdara halifeden gelen mektubun, malların ve hediyelerin ulaştırılması olduğundan heyet burada uzun sayılabilecek bir süre kalmıştır. Şehre vardıklarından birkaç gün sonra Bulgar hükümdarı, halifenin mektubunu dinlemek üzere, adeta bir şölen haline getirmek için, bütün halkın ve yöneticilerin toplanmasını istemiştir.

Müellifin anlattığı ilk ve dikkat çekici olaylardan biri camide okunan hutbeyle alakalıdır. Buna göre hutbe önceleri, “hükümdar” vurgusuyla Bulgar Han’ı adına okunmaktadır. İbn Fadlân bu durumu görünce hükümdara; “Minber üzerinde –hükümdar olarak- Allah’tan başkasının adı anılmaz. Tek hükümdar Allah’tır.” diyerek onu düzeltmiştir. Hükümdar doğrusunun nasıl olduğunu sorduğunda ise o; “Kendi adın ve babanın adıyla.” şeklinde cevap vermiştir. Ardından hükümdar, babasının müşriklerden olduğunu bu yüzden de onun adını minberde zikretmek istemediğini söylemiştir. Ayrıca kendi adının da babası tarafından verildiği için bu ismin de söylenmesini istememiştir. Böylece kendi adını halifenin de adı olan Ca‘fer’le babasının adını da Abdullah’la değiştirmiş ve Ca‘fer b. Abdullah ismi ile hutbe okunmasını emretmiştir.

Müellif bu bölümde, az önce de zikredilen, seyahatin esas sebebine de getiriyor konuyu: Bulgar Hanlığı’nın talebi üzerine, Hazarlara karşı yaptırılacak kale için, halifenin gönderdiği dört bin dinar. Fakat İbn Fadlan fark ediyor ki aslında kale için hanlığın, düşük de olsa bu meblağa ihtiyacı yoktur. Hükümdara bu parayı isteme sebebini sorduğunda ondan; bu vesileyle bir bereketin hâsıl olmasını dilediklerini ve Allah Teâlâ’nın, Müslümanların emiri hürmetine kendilerini koruyacağını ümit ettikleri cevabını almıştır.

Kitapta bahsedilen kavimlerden üçüncüsü Ruslardır. Müellif, onlardan daha boylu poslu kimseler görmediğini, onların hurma ağacı gibi sarışın ve kızıl insanlar olduğunu belirtmektedir. Bulgarların şehrine alışveriş yapmak için gelip kalan bu kimseler dinî adetleri ve yaşantıları ile de dikkat çekmektedir. Onlar yanlarında taşıdıkları putlara tapmaktadır. Mesela içlerinden biri pazara getirdiği malları satamazsa putun önünde dua eder. Yine satamazsa put için bir koyun keser ve önüne bırakır. İbn Fadlân’ın anlattığına göre gece olunca köpekler o etlerin hepsini yer. Sabah ise o kimse gelip etleri orada göremeyince bunu bir işaret kabul eder ve “Rabbim hediyemi kabul etti. Benden razı oldu.” diyerek sevinir.

Kitapta Rusların adetlerine dair anlatılan başka bir ilginç hadise ise kendilerinden birinin ölümü sonrası gerçekleşir. Kişi öldüğünde cariyelerine ve kölelerine “Hanginiz efendinizle ölmek ister?” diye sorarlar. Aralarından biri ölmeyi kabul ettiğinde bir törenle bu cariyeyi veya köleyi süslerler. Müellif böyle bir hadiseye orada bulundukları sırada şahit olduğunu söylemektedir. Ardından ölen kişi için bir gemi hazırlanır ve cenaze bu geminin içine konur. Ölüm meleği dedikleri yaşlı bir kadın ölmeyi kabul eden cariye veya köleyi hazırlar, efendisinin naaşının bulunduğu gemiye götürür. Burada cariyenin de hayatına son verilir ve hemen ardından gemi yakılır. Böylece ölen kişinin töreni sona ermiş olur. İbn Fadlân’ın tanık olduğu bu hadise karşısında hayrete düştüğü olayı sayfalarca anlatmasından açıkça anlaşılmaktadır. Hatta Ruslar için ayırdığı bölümün hemen hemen yarısı bu hadiseye ayrılmıştır.

Eserin bahsettiği kavimlerden sonuncusu Hazarlardır. Onların hükümdarına “Hakan” adı verilir. Bu esas hükümdar, hiçbir zaman halkın karşısına çıkmaz. Bütün işleri “Kündür Hakan” diye isimlendirdikleri naibi yapmaktadır. Hazarların dinî inancı Yahudiliktir. Bulgar Hanlığı’na yapılan seyahatin esas sebebini teşkil eden para da Hazarlara karşı yapılacak olan kale içindir. Bu halk o coğrafyanın en güçlü devletini oluşturmaktadır. Müellifin aktardığına göre Bulgarlar ve çevre ülkelerin hepsi Hazarlara itaat ederler. İbn Fadlân, eserinde Hazarlara dair çok cüz’î bir bölüm ayırmıştır. Ayrıca onlara dair söylediklerini doğrudan görüp mü aktardığı yoksa başkalarından mı dinlediğine dair bir bilgi de yoktur. Özellikle yazdığı seyahatnamenin dönüş yolculuğunu kapsamaması onun Hazarlar hakkında elde ettiği bilgilerin nerden geldiği sorusunu da cevapsız bırakmaktadır.

Netice itibari ile belli başlı konular üzerine odaklandığımız eser Bağdat’tan başlayıp kuzey ülkelerine yapılan bir yolculuk esnasında tutulan notlar, aktarılan hatıralar, ilginç anekdotlarla bugünden bin küsur yıl önce yaşamış birtakım insanların, devletlerin hayatları hakkında bilgiler sunmaktadır. Kitabın Türkçeye tercümesini Prof. Dr. Ramazan Şeşen yapmış ve eser Yeditepe Yayınevi tarafından basılmıştır. Ayrıca İbn Fadlân’ın anlattığı ana konulardan biri Türk ülkelerine dair olduğu için mütercim tarafından, seyahatnamenin sonuna biri İbnü’l-Fakih’e diğeri Ebû Dülef el-Benâzicî’ye sonuncusu ise Şerefü’z-Zaman el-Mervezî’ye ait Türkler hakkında üç risale ilave edilmiştir.