İçeriğe geç
Anasayfa » ŞÜKÜR KULLUĞUN YARISIDIR

ŞÜKÜR KULLUĞUN YARISIDIR

Mü’minin gayesi, takarrub-i ilallâh/manen Allah’a yaklaşmak; görevi, başka kullukları reddedip sadece Allah Teâlâ’ya kulluk etmektir.

Şükür, kulluğun yarısıdır. Diğer yarısı ise sabırdır. Bunu şu âyet-i kerîme net olarak ortaya koymuştur:

“Her nefis, ölümü tadacaktır. Biz sizi, şerle de hayırla da imtihan ediyoruz (imtihan edeceğiz de) ve Bize döndürüleceksiniz.”[1]

Ayet-i kerimedeki şerden maksat, sıkıntı, meşakkât, hastalık, fakirlik, darlık; hayırdan maksat ise rahatlık, sağlık, genişlik, zenginliktir. Demek ki insan, her iki halde de imtihandadır. Birinciyle yani şerle imtihan, sabırla kazanılmakta; ikinciyle yani hayırla imtihan, şükürle kazanılmaktadır. Şükür, sabırdan daha üstündür. İşte bundan dolayı Hz. Ömer (r.a.) şöyle demiştir:

“Sıkıntı, zarar, meşakkât, hastalık ve fakirlikle imtihan edildik, sabrettik; sevinçle, zenginlikle, rahatlıkla, sağlıkla imtihan edildik, sabredemedik yani imtihanı kaybettik.”[2]

Rasûlullah Efendimiz (s.a.v), imtihanın nasıl kazanılacağını ve imtihanı kazanan mü’minin her halinin gıptaya layık olduğunu şöyle açıklamıştır:

“Mü’minin işine hayret edilir. Gerçekten onun bütün işleri hayırdır. Bu durum, mü’minden başka kimsede yoktur. Kendisine sevinilecek bir şey isabet ederse şükreder, bu onun için hayır olur. Darlık (bela, sıkıntı, meşakkât) isabet ederse sabreder, bu da onun için hayır olur.”[3]

Mü’min, insan olarak iki halden biriyle karşı karşıyadır. Ya şükür hali ya sabır halidir. Sağlıklı, başarılı, rahatlık, genişlik, bolluk ve zenginlik halinde gaflet etmez de bu nimetleri gerçek sahibi olan Allah’a nispet eder; kalben, dil ile bedenen ve mal ile şükrederse imtihanı kazanmış olur ve bu durum da lehine olur.

Şükür, üç çeşittir: Kalbin şükrü, dilin şükrü ve bedenin şükrü.

Kalbin şükrü, bütün nimetlerin Allah Teâlâ’dan olduğuna itikad etmek;

Dilin şükrü, bütün nimetlerin Allah’ın olduğunu itiraf etmek;

Bedenin şükrü ise ibadetler ve tâatlerdir.

Vahyin gözlüğü ile bakıp Allah Teâlâ’nın, nimetlerin gerçek sahibi olduğunu idrak ederek itikad etmesi, kalbin şükrüdür.

Kelime-i şehadeti ve kelime-i tevhîdi söylemek, zikir ve Allah yoluna davet, mü’minlerin birbirlerine tavsiyesi, diğer insanlara tebliğde bulunmak da dilin şükrüdür.

Namaz, oruç ve Allah yolunda savaş, bedenin şükrü; zekât, malın şükrü; hac, hem malın hem bedenin şükrüdür.

İbn Hacer el-Askalânî’ye nispet edilen “Münebbihât” isimli kitapta Abdullah b. Amr b. el-As (r.anhümâ)’tan şöyle nakledilir:

“Kimde şu beş şey bulunursa dünya ve âhirette mutlu olur: Zaman zaman “Lâ ilâhe illallâh Muhammedurrasûlullâh” demek; bir işe başlayacağı zaman “Bismillâhirrahmânirrahîm” demek; bir nimet verilince, nimete şükür olarak “Elhamdülillâhi Rabbil âlemin” demek; bir belâ ile imtihan edilince “İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn ve lâ havle velâ kuvvete illâ billâhil aliyyil azîm” demek; günah işleyince “Estağfirullâhel azîm ve etûbü ileyh” demek.”

Burada, nimet verilince “Elhamdülillâh” demenin dilin şükrü olduğu ifade edilmiştir.

Bir işte başarı olunca hamd etmek gerektiği gibi, bir işe başlarken de “Elhamdülillâh” diyerek hamd etmek çok önemlidir. İşte bu konuda Hz. Peygamber (s.a.v):

“Allah’a hamd ederek (Elhamdülillâh ile) başlanmayan her önemli iş bereketsiz olur.”[4] buyurmuştur.

Sahâbe, “Nasılsın?” sorusuna muhatap olup “Elhamdülillâh” demek için dışarıya çıkarlarmış.

Elhamdülillâh demenin manası, “Nimetleri Allah’a nispet ediyoruz ve nimetler içinde yüzüyoruz, üzerimizdeki bütün nimetler de Allah’ındır.” diyerek itirafta bulunmaktır. İşte bundan dolayıdır ki Peygamberimiz, “Allah Teâlâ, kulunun bir şey yedikten sonra hamd etmesinden, bir şey içtikten sonra hamd etmesinden hoşnut olur.”[5] buyurmuştur.

Kalbin ve dilin şükrü kolaydır. Esas şükür, bedenin şükrüdür. İşte bundan dolayıdır ki Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Allah’a karşı takvalı olun ki şükretmiş olasınız.”[6]

Rasûlullah Efendimiz (s.a.v)’e takva sorulunca çok kapsamlı olarak şöyle buyurmuştur:

“İtaat edersin, isyan etmezsin; zikredersin, unutmazsın; şükredersin, nankörlük etmezsin.”[7]

Başka bir rivayette Hz. Âişe (r. anhâ) şöyle dedi:

Rasûl-i Ekrem (s.a.v) geceleyin kalkıp ayakları şişinceye kadar namaz kılardı. Bunun üzerine ona:

– Yâ Rasûlallah! Senin geçmiş ve gelecek bütün hataların bağışlandığı halde niye böyle yapıyorsun? dedim. Bana cevâben:

“Allah’a şükreden bir kul olmayayım mı?” buyurdu.[8]

Her haliyle şükreden, hatta belalara bile şükredenler azdırlar. İşte bu azlar hakkında Rabbimiz şöyle buyurmuştur:

“Şükreden kullarım gerçekten pek azdır.”[9]

Allah Teâlâ, şükredenlere (nimetlerini) artıracağını vadetmiştir. Bu da ayrı bir nimettir. İnsanın verdikleri de Allah’ın lütfudur. Allah Teâlâ adeta “Siz bu verdiklerimden verin ki size Ben daha çok vereceğim.” diye vadetmiştir:

“Hatırlayın ki Rabbiniz size: “Eğer şükrederseniz, elbette size (nimetimi) artıracağım ve eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir!” diye bildirmişti.”[10]

Nimetleri artırma va‘di hem dünya hem âhireti kapsamaktadır. Allah’a şükür, insanlara da teşekkür gerekmektedir. İşte bundan dolayıdır ki Rasûlullah (s.a.v): “İnsanlara teşekkür etmeyen Allah’a şükretmiş olmaz.”[11] buyurmuştur.

Şükür, Alah’ın bir emridir, zıddı ise nankörlüktür. Rabbimiz, şükrü emretmiş nankörlüğü ise yasaklamıştır:

“Bana şükredin; nankörlük etmeyiniz.”[12]

[1] Enbiyâ,  21/35.

[2] Muhâsibî, Risâletü’l-Müsterşidîn, Tahkîk: Abdulfettâh Ebû Ğudde, s.86. Daru’s-Selâm, 1391.

[3] Müslim, Zühd, 64; Dârimî, Rikâk, 61; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 24.

[4] Ebû Dâvûd, Edeb, 21 (4840); İbn Mâce Nikâh, 19 (1894).

[5] Müslim, Zikir, 89; Tirmizî, Et’ıme, 18.

[6] Âl-i İmrân, 3/123.

[7] İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, II, 72.

[8] Buhârî, Teheccüd 6, Rikâk 20, Tefsîrû Sûre (48), 2; Müslim, Münâfikûn, 81; Tirmizî, Salât, 187; Nesâî,

Kıyâmü’l-leyl, 17; İbn Mâce, İkâmet, 200.

[9] Sebe, 34/13.

[10] İbrahim, 14/7.

[11] Ebû Dâvûd, Edeb, 11; Tirmizî, Birr, 31.

[12] Bakara, 2/152.