İçeriğe geç
Anasayfa » SÜNNET NEDEN GARİP?

SÜNNET NEDEN GARİP?

İlmî tarifi ne olursa olsun, ‘sünnet’ kelimesinin yeryüzündeki bütün Müslümanların kulağında, Allah Teâlâ’nın son nebisi Muhammed aleyhisselam’ı çağrıştırdığı tartışılamaz bir gerçektir. Sünnet sözcüğü, hiçbir ilave almadan kullanılmış olsa bile Medine’yi çağrıştıran bir ses tonu ile kullanılır. Kaldı ki sünnet, ilmî açıklamalarından halk deyimlerine kadar kullanıldığı her yerde din muhtevalı bir kelimedir. Önemli bir ipucu da Arapça ile Türkçe arasında sünnet kelimesinin aynı anlamı taşıyan ve tercüme ihtiyacı hissedilmeden kullanılan bir kelime olmasıdır. Sünnet, Türkçe ve halk kavramı haline gelmiş durumdadır.

Buna rağmen sünnetin, ayrıntılar düzeyinde ilgilenilmeyen ya da ikinci dereceden önemli konuların bütününe verilen bir isim haline gelmiş olması bir garipliği yansıtmaktadır. O gariplik de dinin garipliğidir. İslâm garip başladı, garipliği kalktı ama yine garip olacağı zamanları olacaktır. Tarih, Rasûlullah sallâllahu aleyhi ve selem’in hadisinde beyan edilen bu gerçeğin örnekleriyle doludur. İslâm’ın garipliğine, ezanlarının susturulduğu, kitabının yok sayılmak istendiği dönemleri örnek olarak görebiliriz. Yabancı orduların topraklarını işgal etmesi de bir garipliktir şüphesiz. Ancak İslâm’ın peygamberine ait sünnetin, İslâm’a teslim olmuş kitleler arasında garip kalması kadar, garipliği en hassas ölçülerle simgeleyecek ikinci bir örnek bulmak her hâlde zordur. Sünnetin Müslüman kitleler arasında ikinci dereceden önemli hale getirilmesi ve böyle bir anlayışın önemsenen bir tehlike olarak görülmüyor olması oldukça düşündürücüdür.

Sünnet, ilmî tarifi ne olursa olsun Rasûlullah sallâllahu aleyhi ve sellem’le bağlantılı bir konuya işaret etmektedir. Sünnetin dinden bir ayrıntı olduğunu anlamak için ilim sahibi olmak da gerekmemektedir. Dinin içinde, ‘farz’ değerlere mukabil olarak ‘sünnet’ olarak adlandırılan değerlerin bulunması, içindekiler ve dışındakiler şeklinde bir tasnifi makulleştirmez. Evet, farz olan ve olmayan anlamında bir ‘farz-sünnet’ ayrımı vardır. Farz olmayanların dinden sayılmayacağı gibi bir ilke oluşturulamayacağına göre sünnet olanların dinden sayılmamasını gerektirecek bir durum da yoktur. İlk bakışta sünneti küçümseyen anlayışın temelinde yatan, bu ilmi tasnif değildir. Dinden koparırken en rahat koparılabilecek bölümü sünnet bölümü oluşturduğu için özellikle sünneti hafif görme meyli ortaya çıkmıştır.

Yukarıdan bakınca

İslâm’ın bütününe kuşbakışı bakıldığında Rasûlullah sallâllahu aleyhi ve sellem’in, Kur’an olarak gösterdiği bölüm dışında, ‘Allah’ın adına konuşan, yürüyen elçisi olarak’ ortaya koyduğu kültürün bütününe sünnet dendiği görülecektir. Kur’an, temel kaynak olarak en önde olmakla beraber, bugün İslâm diye bildiğimiz değerlerin önemli bir bölümünün sünnet kökenli olduğunu inkâr etmemiz mümkün değildir. Kur’an bile Kur’an olarak bütün bir kültür halinde baktığımızdaki sünnet sayesinde elimizde durmaktadır. Kur’an, onu bize sunan bir kargo görevlisinin getirdiği emanet değildir. Getiren görevlisinin de Kur’an’a kutsiyet kazandıran değerlerle mücehhez bir görevli olduğu, Kur’an’ın ifadesinde yer alan hükümlerle sabittir. Kur’an’ı bırakıp giden bir nebî değil, Kur’an’ı öğretip tatbik ettiren bir nebî olarak gelmiştir. Kur’an’ın tatbik süreci de mükemmel bir kültür birikimini oluşturmuştur. O birikimin adının sünnet olarak konmuş olması, hafif görmeye kapı açamaz. Aksi takdirde çevresi boşaltılmış bir Kur’an kalacaktır elimizde. Çevresi boşaltılmış Kur’an arayışında cahilliği temel gerekçe olarak görebileceğimiz gibi, müdahaleye müsait hale getirme çabası olarak da görebiliriz.

Sünnetin yalnızlaştırılması, farzın yanında önemsiz hale getirilmesi bir bütün olarak telâkki edildiğinde basit bir ihmalden veya tembellikten ibaret değildir. Fıkıhtaki kullanımı itibarıyla sünnet, ihmal edilmesinin farzın ihmalinin doğuracağı sonuçları doğurmayan bir emir olarak anlaşılabilir. Ama bu ihmal, bir sünnete değil de sünnetin kendisine bir bütün olarak yöneltildiğinde sünnet, İslâm anlamını yüklenen bir kavram haline gelir. Müslümanlık iddiasına rağmen bir toplumun sünneti topluca ihmalinin ve bu ihmali benimseyen tepkiler göstermesinin sonuçlarını İslâm’ın bütününü gören bir gözlükle incelenmesi gerekmektedir.

Sünneti garipleştiren nedenler

  1. Sünneti basit görmenin en önemli nedeni hadis bilgisi başta olmak üzere, temel İslâmî bilgiler konusundaki bilgi yetersizliğidir. Ancak imanını kurtarabileceği kadar sınırlı bilgilerle yaşamak durumunda olan nesillerin döneminde sünnet ihmali de artmıştır. Sünneti tanıtan ve dini bir kimliği temsil durumundaki görevlilerin sakalla ve çocuklar üzerindeki ameliye ile eşleşen bir anlayışı sünnet olarak sunmaları da bu bilgi yetersizliğini pekiştirmektedir. Hâlbuki sünnet, Rasûlullah sallâllahu aleyhi ve sellem’in mirasının adıdır. O, altın ve gümüş değil ilim mirası bırakmıştır. O ilim de Kur’an ve sünnettir. Sünnet ve Rasûlullah bağlantısının kurulamadığı zihni ortamlarda sünnetin basit görülmesi, terkinin ayıplama konusu olmaması tabiidir. Hatta sünnete sadakat bile ayıplama konusu haline gelebilir.
  2. Fıkıh ilmi ölçülerinde yapılan farz, vacip, sünnet tasnifinin gerektirdiği bir durum olan sünnetin ihtiyârî olan işler için kullanılan bir kavram olması bir tür gevşeme nedeni olmuştur. Hâlbuki farzlar konusunda titiz olduğunu düşünen insanların, o farzları farz haline getiren kaynağın da büyük oranda sünnetten beslendiğini maalesef bilememektedirler. Sünneti sadece uzayan tüylere yön vermekten ibaret zannetmenin en tabii sonuçlarından biri bu olsa gerektir.
  3. Din kisveli şahsiyetlerin Müslümanlar üzerindeki etkisinin ve onların örnekliğinin de sünnetin ihmalinde önemli bir etkisi vardır. Namazın önemini vurgulayan bir hatibin, namazı camide kılmayan tavrını örtbas etmek için ileri sürdüğü, namazı camide kılmanın sadece sünnet olduğuna dair yorumu, onu kurtarırken sünneti yaralamaktadır. Böylece namazın camide kılınması, sadece namazın farzları arasında sayılan bir farz olmadığı, sünnet olarak vasıflandırıldığı için ihmal edilebilir sünnetlerden bir sünnet olarak anlaşılıp yaygınlaşması sonucunu doğurmaktadır. İlmi ve vasfı itibariyle Müslüman toplumun önünde duran şahsiyetlerin bu açıdan sünnete verdikleri zarar, dış etkilerin İslâm’ın bütününe verdikleri zarara katkı sağlamaktadır. Bir caminin, İslâm’a düşman güçler tarafından yıkılmasının İslâm’a vereceği zararla, sünnet ihmalinin o camideki İslâm ruhunu eritmesi arasındaki zarar arasında bir değerlendirme yapıldığında mesele daha kolay anlaşılacaktır.
  4. Şüphesiz, yabancı kültürlere özentinin sünneti erittiği de çok önemli bir hakikattir. En doğal örneklerden biri olarak, yatsı namazından sonra erken yatıp sabah namazıyla başlayan bir güne kalkma anlayışını ele alabiliriz. Böyle bir tatbikatın genel adı sünnettir. Rasûlullah sallâllahu aleyhi ve sellem yatsı namazından sonra erken yatmayı ve sabah namazına hatta gece namazına kalkmayı emir buyurmuştur. Bu bir sünnettir. Yaşadığımız ortamda ise erken yatmak neredeyse ayıplanacak hale gelmiştir. Sağlıkla ciddî bir bağlantısı bulunduğu halde insanlar geç yatmayı benimsemişlerdir. Sun’î besinlerle mücadele eden bilim adamları, sun’î aydınlatmalarla oluşturdukları ortamlarda yaşamanın da bir tür sun’î beslenme olduğunu görmek istememektedirler. Bir ailenin, ‘Biz yatsı namazını kılıp yatarız!’ demesi, herhalde o evden kız almayı zorlaştıracak, en azından onların köylülüklerine karar vermeye neden olacak bir tavır olarak yorumlanmaktadır. Hâlbuki tabii olan da, sünnete uygun olan da onların tavrıdır.

Bunu biz, yabancıların körü körüne taklit edilmelerinin en müşahhas örneklerinden biri olarak tescil edebiliriz. Hemen hemen hayatımıza İslâmî kimlik kazandıracak bütün sünnetler bu şekilde ihmal edile gelmektedir. Bunu bir tür psikolojik hezimet olarak da görmemiz mümkündür.

  1. İntişar eden her bidatin bir sünnetin yerini aldığını da söyleyebiliriz. İnsanların dine ayırabilecekleri sınırlar bellidir. Bu sınırları bidatlerin zorlaması sünnetin aleyhine olmaktadır. Bu nedenle müsamaha gösterilen her bidati ihmal edilmiş bir sünnet olarak görebiliriz.

Sünnet gerçeği

Sünnetin Allah’a yaklaştırdığı, ihmal edilmesinin ise bu yakınlaşma emelimizi zedelediği maalesef bildiğimiz bir gerçektir. İzlenecek yol Rasûlullah sallâllahu aleyhi ve sellem’in yolu ise -ki öyledir- o yolun bir yandan Kur’an bir yandan da sünnet olduğu gerçeği unutulmamalıdır. Sünnet güçlendikçe İslâm güçlenmiş, zayıfladıkça da İslâm zayıflamıştır. Sünnetin Müslüman toplumda bile garip olması gösterge olarak İslâm’ın aleyhine bir durumdur.

Bir varsayım olarak şunu söyleyebiliriz:

Sünnetin hiçbir hukûkîliği veya dini bağlayıcılığı olmasa dahi, onun Allah’ın rızasını kazanmadaki üstün katkısı katidir. Sünnetten dolayı asla kaybetmek yoktur. Bilakis kazanmak vardır. Buna göre de sünnet üzerindeki zayiat kulun kazancı üzerindeki bir zayiattır. Kaldı ki, sünneti bu varsayım üzerinden göremeyiz.

İçi doldurulmuş bir İslâmî hayat için sünnetin önemine bakıldığında, sünnet için harcanan emeklerin iyi bir cihat olduğunu görürüz. Kurtarmaya çalışılan cepheler arasında sünnet kesinlikle bulunmalıdır. Hatta sünneti yayma gayretlerinin yetersiz olduğu ortamlarda diğer çalışmaların bereketten yoksun olması söz konusudur. Rasûlullah sevgisinin ispat edilebileceği daha pratik bir alan bulmak mümkün müdür? Onun sünneti garipken mutlu Müslüman nasıl olabilir?