İçeriğe geç
Anasayfa » ŞUURLU MÜSLÜMAN

ŞUURLU MÜSLÜMAN

Şuur: Bir şeyi anlama, tanıma ve kavrama gücü. Kendi varlığından, benliğinden haberdar olma.

Müslüman: Allah’a teslim olan, O’nun emirlerini yerine getiren, İslam dininden olan Mü’min, dindar.

Bu iki kelimenin lügat anlamlarından yola çıkarak “Şuurlu Müslüman”ı tanımamız gerekirse kısaca şöyle diyebiliriz: Kendini tanıyan, yoktan var olduğunu anlayan, var edenin varlığından haberdar olan, mahlûkatın en şereflisi yaratıldığını düşünerek emredildiği şekilde sadece Allah’a kulluk yapan kişidir.

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır “Ben insanları ve cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yaratım.”[1]

Peki, “Şuurlu Müslüman” nasıl olmalıdır? Öncelikle şu sorularına cevap bulmalıyız: İnsan nasıl bir varlıktır? Diğer mahlûkattan farklı özellikleri nelerdir?

Kur’an-ı Kerim’de Cenab-ı Hak insanın nasıl bir varlık olduğunu bizlere şöyle haber veriyor:

“(Ey Habibim) o vakti hatırla ki Rabbin meleklere ben yeryüzünde (hükümlerimi yerine getirecek) bir halife (bir insan) yaratacağım demişti. Melekler de biz seni hamdinle tesbih ve noksanlıklardan tenzih etmekte olduğumuz halde orada fesat çıkaracak ve kanlar dökecek kimse mi yaratacaksın? demişlerdi. Allah ben sizin bilmediğiniz şeyleri bilirim buyurdu.”[2]

“Allah Hz. Âdem (a.s)’a bütün isimleri öğretti. Sonra eşyayı meleklere gösterip, eğer sadıklarsanız bunların isimlerini bana haber verin buyurdu.”[3]

“Melekler biz seni tenzih ederiz, senin bize öğrettiğinden başka hiçbir ilmimiz yok, muhakkak sen her şeyi hakkıyla bilensin üstün hikmet sahibisin dediler.”[4]

“Allah Hz. Âdem (a.s)’a ey Âdem eşyanın isimlerini meleklere haber ver buyurdu. Hz. Âdem meleklere o isimleri haber verince meleklere Âdem’e secde edin demiştik (hürmet olarak) bütün melekler secde etmişlerdi. Ancak iblis secde etmekten yüz çevirip kibirlendi de kâfirlerden oldu.”[5]

“Gerçekten ilk defa sizi (ruhlarınızı) yarattık. Sonra size şekil verdik.”[6]

“And olsun ki biz insanı kuru bir çamurdan şekillenmiş bir balçıktan yarattık.”[7]     “Allah sizi bir kişiden (Âdem’den) yarattı. Sonra Âdem’in kendisinden eşini (Havva’yı) yarattı.”[8]

“Gerçekten insanın üzerinden kendisi henüz anılmaya değer değil iken uzun bir zaman geçti. Çünkü biz insanı halden hale geçirip denemek için onu bir takım katkılarla karıştırılmış (bir dişi yumurtası ile erkek sperminden ibaret) bir nutfeden yarattık. Onu işiten gören düşünen bir varlık yaptık. Şüphesiz biz ona ne yapması gerektiğini gösterdik. İster şükredici olsun ister kâfir.”[9]

“Gerçekten insan hırslı ve cimri yaratılmıştır. Kendisine fenalık dokunduğunda sızlanır, feryat eder, hayır dokununca kıskançtır. Ancak namaz kılanlar bunun dışındadır.”[10]

“Denizde boğulma korkusunun şiddeti size geldiği zaman, Allah’dan başka taptığınız bütün putlar hatırınızdan kayboluyor. Yalnız yüce Allah’a dua edersiniz. Fakat Allah sizi kurtarıp karaya çıkarınca da yüz çevirirsiniz. İnsan çok nankör bulunuyor.”

“Biz emaneti (Allah’a itaat e ibadetleri) göklere, arza, dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler. O vazifeden korktular da onu insan yüklendi. İnsan (bu emanetin hakkını, şerefini gözetemediğinden) cidden çok zalim, çok cahil bulunuyor.”[11]         “Muhakkak müminler zafer bulmuştur. Onlar namazlarını huşu içinde kılarlar. Onlar boş sözden faydasıs işten yüz çevirirler. Onlar zekâtlarını verirler, namuslarını, ırzlarını korurlar ve onlar ki emanetlerine ve verdikleri sözlere riayet ederler.”[12]

Bu ayetlerin ışığında Rabbimin lütfu ile şuurlu Müslüman nasıl olmalıdır hususundaki eksik düşüncelerimi aktarmaktan yüce rabbimin affına sığınıyorum. Şuurlu Müslüman olmak için iç ve dış azalarımızı Nasuh tevbesiyle temizleyerek iman nuruyla aydınlatıp itaat aşkıyla kulluk yapmaktan geçtiğini en ince teferruatına kadar öğrenmeliyiz. Kaynağımız Kur’an ve Kur’an’ı tefsir eden peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.)’ın sünneti olmalıdır. Bu iki kaynaktan istifade etme yollarını bilmiyorsak, bu yolda ehil olan yol alan âlimlerden tasavvuf ehli şahsiyetlerden istifade etmesini bilmeliyiz.

Şuurlu Müslüman ben bilirim, ben yaparım cümlelerini asla kullanmaz. O bilir ki Yüce Allah’ın müsaadesi olmadan kuru bir yaprağın dalından kopmasına, kımıldamasına imkan yoktur. O, Allah’a teslim olduğu için Yüce Allah ona ilim öğretiyor, yol gösteriyor, müjdeliyor, korkutuyor, ikaz ediyor, uyarıyor.

Yüce Allah şöyle buyuruyor “Hiçbir şey hakkında ben bunu muhakkak yarın yaparım söyleme, ancak sözünü Allah’ın dilemesine bağlayarak Allah izin ederse yapacağım söyle.”[13]

“Rahman olan Allah Kur’an’ı öğretti. İnsanı yarattı ve ona derdini anlamayı ve anlatmayı öğretti.”[14]

Şuurlu Müslüman Cenab-ı Hakk’ın,  İblis ile insanı imtihan ettiğini, insanı mahlûkatın en şereflisi olarak yarattığını, bu şerefin muhafazası için O’na hak ve batılı ayıracak bir kabiliyet ve akıl nimeti verdiğini, yetmedi; ilahi kitap indirdiğini, Kur’an’ı anlamak ve yaşamak, tefsirini ve tatbikatını yapmak için son peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.)’i elçi olarak gönderdiğini, Kur’an’ın bozulmaması için kendi koruması altıda olduğunu bir an olsun unutmamalıdır. Kur’an mucizesine inanan ve ona teslim olan her insan, şuur okyanusunda kulaç atmaya başlamış demektir.

Şuur denizine giren Müslümanların şuur dereceleri farklıdır. Şuurlu Müslümanlar cennete girecektir. Lakin şuur derecelerine göre cennetteki makamları farklı olacaktır.

Mahlûkatın şereflisi olarak yaratılan insan bu mertebeden düşmemek için; Allah’ın emrettiği, peygamberimizin tebliğ ettiği gibi kayıtsız şartsız, tereddütsüz, tahkiki bir imana, Salih amele, faydalı bilgiye sahip olarak Allah’ın emrettiği yolda, hiçbir beşeri güce boyun eğmeden; malıyla, bilgisiyle son nefesine kadar öncen nefsiyle sonra diğer zalim, hain, fasık, kafir, münafık nefislerle mücadele etmelidirler.

Şuurlu Müslüman bilgisine, malına, makamına, mevkiine, ameline güvenerek kibirlenmez. İblisin düştüğü cehalet çukuruna düşmemek için Allah’tan yardım diler. Hataya düştü mü şeytan gibi (hâşâ) Allah (c.c.) a yüklemez. Hz. Âdem (a.s.) gibi tevbeye sarılarak Yüce Allah’tan ümidini asla kesmez.

Şuurlu Müslüman nasıl olmalıdır hususunda muhterem Erbakan Hocamızın bizlere anlattıklarından kısaca naklederek makalemi tamamlamak istiyorum. Bir hadis-i kudside Cenab-ı Hak bildirmiştir ki: “Ben gizli bir hazine idim. Bilinmek murad ettim. Beni bilsinler diye mahlûkatı yarattım.”

Yaratılan bu kâinatta cemadat var; canlı nebatlar, hayvanlar, insanlar var. İnsan yaratılanın en mükemmeli, en şereflisidir. (eşref-i mahlûkat) rabbimiz her türlü eksikten, noksandan münezzehtir. Sonsuz kemal sahibidir.

Yüce Allah; insanı diğer mahlûkatlardan üstün tutmasının temelinde ona verdiği dört önemli meziyet bulunmaktadır.

  • İnsanda doğru ile yanlışı anlama meziyeti verildiği için insana yaratılmış ilimleri bulmaya ehliyetlidir.
  • Güzel ile çirkini ayırt etme özelliğine sahip olduğu için dine meyillidir.
  • Faydalı ile zararlıyı ayırt etme kabiliyetine sahip olduğundan ekonomiye önem verir.
  • Adalet ile zulmü ayıt etme meziyetine sahip olduğu için hukuk içinde yaşamayı ister.

Bu dört meziyetten doğan ilim, din, ekonomi ve hukuk sistemleri bir araya gelerek istikrarlı bir yönetimi yani siyaseti meydana getirmişlerdir.

Şuurlu Müslüman dünyada ve ahirette huzur ve saadet istiyorsa ki istiyor; o zaman ilmi, dini, iktisadi ve hukuki sistemleri batıla değil, Hakka bağlamalıdır. Doğru ile yanlışın, hak ile batılın arasındaki farkı anlayarak siyasetini yani yönetim şeklini Hakka göre şekillendirmelidir. Erbakan Hocamız bu farklılığı şu şekilde izah etmektedir.

Bir insan yağmur yağarken şemsiyesini alıp dışarı çıkması doğru harekettir. Ama yağmur yağmadığı halde yağmur şemsiyesini açarak dışarı çıkması yanlış bir harekettir. Dolayısıyla Türkçemizde kullanılan doğru ve yanlış kelimeleri şarta bağlı olarak isabetli olan veya isabetli olmayan şey manasındadır. Halbuki iki kere iki dört eder. Yağmur yağsa da dört eder, güneş açsa da dört eder. Bin yıl önce de dört eder, bin yıl sonra da dört edecektir. İşte şarta bağlı olmaksızın mutlak olarak her şart altında doğru olan şeye Hak denir. Bunu tersine olarak bir insan iki kere iki üç eder derse yağmur yağsa da yanlıştır, güneş açsa da yanlıştır. Bir hafta önce söylense de yanlıştır, bin yıl sonra veya önce söylense yine yanlıştır. Her şart altında yanlış olan şeye ise batıl denir. Demek ki doğru ve yanlış şarta bağlı olduğu halde Hak ve Batıl hiçbir şarta bağlı değildir. Zaruret olsa dahi Batıl Hak, Hak da batıl olamaz.[15]

Şuurlu Müslüman tefrikaya düşmeden Hakkı Hak, Batılı batıl bilerek kulluk yapan insandır. Yönetilen değil yönetendir. Zulmeden değil, zulmü engelleyendir. Musibetlere sabırla göğüs gererek, haklı olan her türlü tedbiri alarak, Yüce Allah’a tevekkül ederek, neticeye razı olandır.

 

 

 

[1] Zariyat, 51/56

[2] Bakara, 2/30

[3] Bakara, 2/31

[4] Bakara, 2/32

[5] Bakara, 2/33-34

[6] Araf, 7/11

[7] Hicr, 15/26

[8] Zümer, 39/6

[9] İnsan, 76/1-3

[10] Mearic, 70/19-22

[11] Ahzab, 33/72

[12] Müminûn, 23/1-8

[13] Kehf, 18/23-24

[14] Rahman, 55/1-4

[15] Geniş bilgi için bkz: Gizli Dünya Devleti