İçeriğe geç
Anasayfa » TAKDİR VE TENKİT ARASINDA EĞİTİM

TAKDİR VE TENKİT ARASINDA EĞİTİM

            Cemiyete Doğmak

İnsan yavrusu sevk-i tabiiden mahrum olarak dünyaya gelir. Hayvanlar çok defa doğar doğmaz ne yapacaklarını bilirler. Ancak insan korunmaya, bakılmaya, beslenmeye ve eğitilmeye mahkumdur.

Anne-baba olmak doğumundan ölümüne bir varlığın tekamülünün canlı şahidi olmaktır. Bir devletin, medeniyetin tarihine şahit olmak, doğumunu, büyümesini, zaferlerini görmek gibidir. Fakat ebeveyn yalnızca hadiseyi izleyen şahitler olarak kalamaz. Onlar çocuğun karakter gelişimine, düşünce biçiminin ve inanç dünyasının teşekkülüne katkıda bulunmalıdır.

İşte anne-babanın çocuğun üzerindeki bu tesiri eğitim ve çevre tesirleri yoluyla meydana gelmektedir. Bu biyolojik anne baba olmanın ötesine geçerek çocuğu manen yeniden doğurmak gibi bir şeydir. Ve belki bu esnada çekilecek sıkıntılar doğum sancılarından daha şiddetli olacaktır.

‘Çocuğu anne doğurur, adamı ise toplum’ denilmiştir. Bu itibarla her ferdin iki doğuşu vardır. Çevrenin insan şahsiyetinin tekemmülü üzerindeki inkâr edilemez tesiri müspet olarak gerçekleşirse cemiyet bir ‘insan’ daha kazanmış olur. Menfi tesir halinde ise sırtında taşıyacağı bir ‘yük’ topluma ilave edilmiş olur. İnsan olabilenler etrafına faydalı işler yapıp dünyayı imar ederken aynı zamanda sırtlarındaki küfede pek çok yükü de taşımak zorunda kalırlar. Küfeler doldukça cemiyette huzur kalmaz. Küfeden çıkarıp insan edebildiklerimiz cemiyetin ruhuna katılarak millet-ümmet olabilmenin bereketine ulaşır.

Ebeveynin ve muallimin vazifesi muhatap olduğu yavruyu yeniden inşa etmektir. Ancak bu inşa rehberlik yapmak, refakat etmek, zor zamanında desteklemek şeklinde olursa inşa ve ihya olur. Kendi arzularımızı telkin ile bağımsız şahsiyete sahip bir fert yetiştirmek mümkün olmaz. Kim ne için yaratılmış ise o şey ona kolaylaştırılmıştır düsturunca yavrunun meylini anlamaya çalışmak ve ona yol göstermek, yol açmak icap eder.

Bir çocuğun biyolojik/maddî ebeveyni olmanın yetmeyeceğine şu hadise çok güzel bir biçimde işaret etmektedir: Rasûlullah’ın (s.a.v) evlatlığı Zeyd b. Harise, Peygamber Efendimiz tarafından ailesine dönmek konusunda serbest bırakıldığı halde babasını değil Peygamberimizi tercih etmiştir. Ailesini de sevdiği halde “Ben bu insanda öyle şeyler gördüm ki bir daha ondan ayrılmam mümkün değildir.” diyerek onu yeniden inşa eden insanı ‘baba’ bilmiştir.

Mevlana “Hangi tohum toprağa ekildi de bitmedi, ne diye insan tohumundan şüpheye düşüyorsun?” diyor. Her çocuk bir tohumdur; içinde meyvelerini saklayan, derûnunda bir orman mündemiçtir. Onu uygun şartlarda yetiştirmek bazen bir şehri, ülkeyi kurtarmak gibidir. Bir mıh bir savaş kaybettiriyorsa, bir ‘insan’ da milletin kaderini çevirir yeri geldiğinde… O halde bu çekirdeği, bu tohumu heba etmek lüksüne sahip değiliz. Çocuklarımızın yedeği yok çünkü…

Çocuk Terbiyesi Azizdir

Çocuk aziz ise terbiyesi daha azizdir. Onu ihtiyaç duyduğu şekilde, ruh dünyasını kavrayarak, anlayarak sabırla bir kanaviçe gibi işlemelidir mürebbileri. Bilmek gerekir ki ağaç yaşken eğilir ama kırılmamalıdır. Bir kez kırdıktan sonra yeniden tamir edebilmek neredeyse imkânsızdır. Eldeki hazineye sahip çıkamamaktır.

Maalesef cemiyetimizin terbiye metotları zihnen ve bedenen sağlıklı nesiller yetiştirmek konusunda çok yetersiz kalmakta, nice narin fidanlar hayatlarının baharında kırılıp ezilip heba edilmektedir.

Çocuklarımızı kendi yapamadığımız, ulaşamadığımız idealleri gerçekleştirecek vârisler olarak görüyoruz. Kendi yetişme/yetiştirilme tarzımıza göre terbiye etmeye çalışıyoruz. Halbuki Hz. Ali’nin dediği gibi onları yaşayacakları zamana göre yetiştirmeliyiz. Onlar başka zamanların, geleceğin çocuklarıdır zira.

Nerede Hata Yapıyoruz

Japonlar, bir çocuğun nasıl olmasını istiyorsanız ona öyle davranın, derler. Pek çoğumuz ezilerek, tenkit edilerek yetiştirildik. Sonunda tenkit etmek, eleştirmek toplumsal bir hastalığımız haline geldi.

Çocuklarımızı o kadar çok tenkit ettik ve o kadar az takdir ettik ki “Bende eksik bir şeyler var.” duygusu hayatları boyunca yakalarını bırakmıyor. Okulda öğretmenin, evde büyüklerinin hakir gördüğü çocuk bazen kendini bir böcekten daha anlamsız görebilmektedir. Böylece itimad-ı nefsi (öz güven) olmayan milyonla insan sokaklarımızı, şehirlerimizi doldurmaya devam etmektedir.

Bir çocuk aşırı tenkit edilirse suçlamayı, aşırı suçlama karşısında saldırganlığı, kınanarak yaşarsa pısırık olmayı, hoşgörü içinde yaşarsa sabırlı olmayı, sevgi içinde yaşarsa güvenmeyi öğrenir.

Tenkit ve Takdir

Ebeveyn ve aile efradı menfi (yıkıcı, zarar veren) tenkitlerden imtina etmelidir. Menfi tenkit her şeyde bir olumsuzluk, bir hata aramak hastalığıdır ve genellikle alışkanlık neticesi olarak yapılır. İyi niyet olmadığı için de tenkide konu olan husus çözülmez ve iki taraf da bundan zarar görür. Bilhassa tenkide uğrayan stres ve bunalıma duçar olur. “Ben daha iyi bilirim, ben daha iyi yaparım, bana göre, bana sorarsan…” kalıplarıyla başlayan ifadeler rahatsızlık yaratır, muhatabı incitir.

Müspet (yapıcı, fayda sağlayan) tenkitte ise lisan-ı hal ile samimiyet ifade edilir. Muhatabın tavır almasına, reaksiyon göstermesine sebep olunmaz. “Falanca kitaba, filanca büyük zata göre…” diyerek suçlamadan hareket edilir. Hatasını doğrudan söylemektense ideal davranışın nasıl olması gerektiği anlatılır.

Ve ne söylediğinizden önemlisi nasıl yaptığınızdır. Çünkü çocuklar anne babanın sözel olmayan davranışlarını da taklit ederler. Söylenileni değil, yapılanı yani gördüklerini taklit ederler. Küçük de olsa başarıları takdir edilen, bir işten men edilmeyen çocuk kendini geliştirmeyi, cesareti öğrenir. Öz güveni artar. Doğru söz doğru davranışla birlikte bir mana ifade eder. Doğruları söylemek değil doğruları yapmaktır eğitim.