İçeriğe geç
Anasayfa » TARTIŞMANIN KIYISINDA OLMAK

TARTIŞMANIN KIYISINDA OLMAK

Günümüzde dile getirildiğinde ilk bakışta menfi bir manayı hatırlatan tartışma, geçmişte bir tecrübe olarak “nazar”ların karşı karşıya gelmesi olgusunun tezahür ettiği bir sanat olarak değerlendirilmiştir. Şahısların değil sahip oldukları en değerli şeylerden olan ve kendilerini de değerli kılan fikirlerinin karşı karşıya geldiği münazaralar, edebî ve ahlakî olan bir eylem olarak görülmüştür. Bu minvalde Âdâbu’l-bahs ve’l-münâzara başlığı ile kaleme alınan birçok eser[1] ile fikrin ve onunla kıymet bulan insanın muhafaza edilebilmesi amaçlanarak münazaranın hevâ ve heveslerin çarpıştığı bir alan olmasının önüne geçilmek istenmiştir. Sözünü ettiğimiz eserlerin girişinde ise tartışmanın bizzat içinde mi yoksa henüz kıyısında mı olunduğunu fark ettirecek mühim ayrıntılara yer verilmiştir. Bu ayrıntıların idrak edilmesi neticesinde de aslında ya tartışacak bir şey olmadığı ya da çeşitli saikler ile tartışmayı sürdürmenin gereğinin kalmadığı idrak edilebilir hale gelmiş olur. Bu idrakin olmaması durumu ise tarafların aslında hakiki manada tartışmadıkları halde kendilerini münazaranın içinde zannetmesini gerektirecektir ki bu, suya girmediği halde kulaç atarak ilerlemeye çalışan kimsenin durumuna benzer. 

Tartışmanın kıyısında olmak ile içine dâhil olmanın arasını ise muradını muhatabına doğru bir şekilde ulaştırabilmiş olup olmamak ayırır. Bir kimsenin herhangi bir tartışmada görüşünü muhatabına karşı savunabilmek, meramını daha iyi anlatabilmek için öncelikle (konuyla alakalı) bazı tanımlar ve sınıflandırmalarda bulunması gerekir. İşte tartışma, bu tanımlar ve sınıflandırmaların teknik açıdan problemli olmaması durumunda başlar. Bunu tartışmaya başlamak için gerekli şartların sağlandığı merhale olarak isimlendirebiliriz. Dolayısıyla gerekli şartların sağlanmasına çalışıldığı merhale tartışmanın kıyısında olunduğu merhaledir ki bu nokta birçok tartışmanın aslında daha başlamadan bitebileceği yer olarak da karşımıza çıkar.

Yapılan tanım ve sınıflandırmaların geçerli olup olmadığına dair yapılacak itirazlar da münazara ilmiyle alakalı eserlerde ayrıntılı bir şekilde işlenmektedir. Ancak tartışmanın seyrini belirleyebilecek olan bu itirazların bir kısmını zikredip onlara dair bazı örnekler vermemiz konunun zihinlerde netleşmesi için yeterli olacaktır. 

Öncelikle konunun karşı tarafa bir sınıflandırma aracılığıyla sunulduğu var sayılacak olursa gerçekleştirilen sınıflandırmanın kapsayıcı olup olmadığına dair itirazda bulunulacaktır. Zira bir sınıflandırma ile ortaya konmaya çalışılan konu, kapsadığı fertlerine ayrılarak tanıtılmaya çalışılır. Örneğin Matematik disiplini ile ilgili bir konunun tartışıldığı düşünülecek olursa kişinin işe sayı kavramından başlaması ve buradan hareket etmesi beklenen bir husustur. Bu minvalde “Bir sayı ya tek ya da çift olabilir.” cümlesi ile zihnimizde sayı mefhumuna dair bir tasavvur oluştururken yapmış olduğu bu sınıflandırmaya herhangi bir itiraz getirilemez. Çünkü tek ve çift kavramları birbirinin çelişiği olduğundan başka bir ihtimalin bu sınıflandırma kapsamına girmesi düşünülemez. Ancak bunun aksine matematiksel işlemi “Matematiksel işlem, toplama ve çıkarmadan ibarettir.” şeklindeki bir sınıflandırma kapsayıcı olmamak itirazı ile karşı karşıya kalacağı ve bu itiraz da yerinde olacağı için sınıflandırmanın tartışmayı başlatıcı manada bir dayanak teşkil etmesi düşünülemez.

Düşünceyi muhataba aktarmanın bir başka yolu ise yukarıda da ifade ettiğimiz üzere tanımdır. Tartışmayı başlatabilmenin bir yolu olarak kullanıldığı zaman konuya dair tanımlara yine farklı yönlerden itirazlar yöneltilebilir. Bunlar; tanımın tanımlananın tüm fertlerini kapsamadığı, tanımlananın dışındaki fertleri de tanımın dışında bırakmadığı, tanımın aklen imkânsız olan bir sonucu doğurduğu ve tanımın tanımlanandan daha anlaşılmaz olduğu gibi itirazlardır.[2] Örneğin “İnsan yürüyen bir canlıdır.” şeklindeki bir tarif ile herhangi bir tartışmaya başlansa bu tartışmanın henüz başlamadan sonlanması gerekir. Zira karşı taraf, bu tanımın yürümeyen veya yürüyemeyen vasfındaki insanları tanıma dâhil etmemesinin yanında yürüme özelliğine sahip olup bununla birlikte insandan da farklı olan bir takım canlıları da tanıma dâhil ettiği itirazını yapabilir ki bu haklı bir itirazdır.

Son olarak sınıflandırma veya tanım esnasında muhatabın kullanmış olduğu kavramlardan maksadının öğrenilmesinin ise tartışmanın başında veya genel seyrinde doğru iletişim açısından oldukça önemli olduğu da gözden kaçmamalıdır. Zira kişilerin kullanmış oldukları sözcüklerden anladıkları manalar çoğu zaman aynı olmaz. Bu sebeple tartışmanın başlatılması için kullanılan bir sınıflandırmanın konusu veya cüzlerinden herhangi birinden ya da tanımın içinde kullanılan lafızlardan muhatabın ne kastettiği kestirilemeyenler belirlenerek bizzat muhatabın bu kavramlara açıklık getirilmesi talep edilmelidir. Böylece kimi zaman aslında kişilerin kavramlardan aynı manaları kastettikleri ve dolayısıyla da tartışmalarını gerektirecek herhangi bir ihtilaf içerisinde olmadıkları dahi anlaşılabilecektir. Bunun yanında tartışma sürse dahi taraflar arasındaki kavram kargaşasının da önü henüz tartışmanın başında kesilmiş olacaktır.

Tüm zikredilenler ışığında müşahede edildiği üzere tartışmanın henüz kıyısında olduğunun farkında olmak tartışmanın varlığı ve selameti için hayatî bir önem arz etmektedir. Bu farkındalık çoğu tartışmanın daha başlamadan bitmesi neticesini doğurabileceği gibi ahlâkî kurallarına riayet edildiği takdirde “gerçekleşen” tartışmaların da asgarî zarar ile tamamlanmasına da mühim bir katkı sunacaktır.

Allah Zülcelâl Hazretleri cümlemizi anlayış sahibi kullarının zümresine dâhil eylesin. Âmin.   


[1] Bu alanda kaleme alınan bazı eserler için Saçaklızâde’nin el-Velediyye fî Âdâbi’l-bahsi ve’l-münâzara, Taşköprîzâde’nin Risâletü’l-âdâb fî âdâbi’l-bahsi ve’l-münâzara ve Muhammed Muhyiddin Abdülhamid’in Risâletü’l-âdâb fî ilmi âdâbi’l-bahsi ve’l-münâzara adlı eserlerini zikredebiliriz.

[2] Muhammed Muhyiddin Abdülhamid, Âdâbu’l-bahs (Risâletü’l-âdâb fî ilmi âdâbi’l-bahsi ve’l-münâzara), s. 664-665.