Tasavvufî cereyanlar vukuat ve şuûnâta (realitelere) kader açısından bakmayı öğreterek aşırı sevinmek kadar üzülmeyi de asgarîye indirerek insanları fâidesiz bir takım telaşlardan kurtarır. Diğer taraftan şer’î ibadetlere ilaveten evrâd-ü ezkâr ile onları bir kat daha zırhlandırıp nefsânî temayüller istikametinde gitmekten alıkoyar.
Herkes şer’i ibadetler içinde – bizzarûre- Cenab-ı Hakk’ı yâd eder; O’nun emrettiği ibadetlerle ruhundaki müsbet temayülleri takviye ettiği halde bu takviye tarikatlarda evrad-ü ezkâr ile bir kat daha artırılır. Tekrar; kalp ve dimağda yerleşmesi istenilenin pekişmesi için şarttır. Şu kadar aded ilave zikrin belli periyotlarla icra edilmesi işte bu keyfiyet içindir. Bunu yaparken menfiliklerden kurtulamayanlara müteşerrî insanlarda vaki olduğu gibi öfke ve nefretle bakmak yerine merhametle yaklaşmayı telkin eder. Öfke ve şiddet, muhatabı baş edemeyeceği bir otorite karşısında mecburi bir inkıyada tabi tutsa da içteki muhalefeti bertaraf etmez. Tasavvufsa zahirden ziyade batınla uğraştığından günahkâra merhametle yaklaşmak, onun zahirini daha emin bir tabirle iradesini düzeltmeden önce kalbini yumuşatın Orada muhalefetin şiddeti yerine nedametin tatlı meltemlerinin vücud bulmasına zemin hazırlar.
Mutasavvıf, muahezeyi nefsine, müsamahayı gayra tevcih etmeyi öğrenmiş kimse demektir. Tasavvufi ölçüler şeriatı hazmetmiş insanlar için vârid olduğundan böylelerinin zâhiri amellerini düzeltmiş ve düzeltme sırasını iç Âlemine getirmiş kimseler olduklarını düşünmek gerekir. Aslolan da iç âlemdir. Çünkü zâhirdeki amel ve iradenin kökü ve kaynağı hisler ve fikirlerdir.
İrade terbiyesi için o, henüz zaafa uğramadan önce iyi tesirlere kucak açmak ve onu menfiliklerin gelişmesine zemin olan muhitlerden uzak tutmak ilk başvurulacak lâzımedir.
Mesela bir sarhoş, henüz içmeye başlamadan evvel kendinde veya gayrda vaki olan hallerin daha önceki müşahedesiyle sarhoşluğun menfî akıbetini iyice tartıp dökebilir. Lâkin bir defa içmeye başladıktan sonra bu dirayeti kaybeden işte bütün menfiliklere sürüklenmelerde mevcud olan bu gerçeği zihne iyice yerleştirilebilmesi için hasta ziyaretinin sıhhate şükretme meylini artırdığı gibi cemiyetin bütün menfilikleri karşısında da ibret ve basiret dirayetini muhafaza etmelidir. Tasavvuf insanlara bu görüş olgunluğunu kazandırır. Çünkü o hayatın “takva” ölçüleriyle nizamlanmasını amirdir.
Diğer taraftan Peygamber – aleyhissalatu vesselam-’ın tebligatında müşahede edilmiş olduğu gibi her ferde onun mizacına göre bir düzeltme ve yönlendirme metodu tatbik eden Tarikatların çeşitlenmesi, mizaçlardaki farklılıklara göre bir telkîn ve terbiye metodunun gerekli olmasındandır. Coşkun mizaçlı bir insan, Kâdirîlik’te onun gösterdiği temrinlerle daha kolay terakki eden Vakur ve sakin mizaçlı insanlar ise Nakşî tarikatında mizaçlarına bir paralellik görür ve bundan dolayı o tarikatin temrin ve telinlerine daha kolay râm olarak yükselme şansını elde eden Mürşid-i Kâmil, zâhiri, hocalar tarafından düzeltilmiş olan müridini mizacı istikametinde bir manevî terbiyenin haddesinden geçirir. Mizacın -yok edilmesi imkânsız olan- temel sâiklerini nefsanî mecralar yerine ulvî gayelere tevcih eder. Muhatablarına adeta numaralı gözlükler veya şahsi hastalıklarına göre, münhasıran onlara aid reçeteler yazar.
Diğer taraftan kötülükleri zemmetmenin ve iyilikleri medhetmenin veya böyle bir havanın carî olduğu muhitlerde dolaşmanın ruhta meydana getireceği tesirlere muhtaç olmayan hiç bir ferd yoktur. Ancak bu keyfiyet icra edilirken ders ve ibret noktasına ağırlık verilmeli, gıybet, ucûb, hased gibi menfiliklerden titiz bir surette berî kalınabilmelidir. Bu ise ancak tasavvuf muhitlerde kazanılabilen takva ve edeb ölçüleriyle sağlanabilir.
Gerçekten tekkelerin vazifelerini lâyıkıyla yapabildikleri zamanlarda onlar kâmil birer ruh sporu merkezi veya “edeb mektebi” durumunda idiler Nice zamandan beri bu rollerini layıkıyla ifâ edebildikleri söylenemezse de bir şeyin tamamı elde edilemiyorsa elde edilebilen kadarından da vazgeçmemek gerektiği kaidesine itibar olunmalıdır.
Günahkâr insan yaralı bir kuş gibidir Ona fayda verecek olan öfke değil, merhamettir.
Bu duygu ise -daha ziyade- tekkelerin müsamahakâr muhitinde elde edilebilir Bu yüzden toplumu- muzun pek çoğu dinen irade zaaflarıyla malul olduğundan cemiyet içinde hastanede dolaşan bir doktor hissiyatı ile meşbu bulunmalıdır Lâkin doktorun hastaya şefkati ve tedavi çarelerini sunması bir eğitim ve öğretim neticesi değil midir? Manevi hastalıkların karşısında biz de bir eğitim ihtiyacındayız. Bu eğitimin özü manevi terbiyedir Bu da tasavvufun hâkim olduğu muhitlerin tesirine râm olmakla elde edilir. Bu yüzden Peygamber aleyh issalatü vesselam: “Din nasihattir.” buyurmuştur. Ve nasihatin mükerrerliği lüzûmuna işaret için de bu mübarek sözü üç kere tekrarlamıştır.
Netice:
Bütün bu söylediklerimizi hülâsa edip maddeleştirecek olursak ortaya şu tablo çıkar:
I – Gerçek bir mümin iradesini her şeyden önce Allah’dan razı olmak istikametinde kullanmalıdır. Bu hissi kökleştirmek için de çok şükür ve hamdetmelidir. Bizzat Cenab-ı Hak tarafından tayin edilmiş mahrumiyetlerden şikâyet etmemeli, Dünya ve Ukbayı bir bütün olarak düşünüp bunun ebedi Âlemdeki mesuliyeti azaltacağı görüşüyle teselli bulmalıdır. İradesini nailiyetlerin doğuracağı mesuliyetten kurtulmak için büyük bir gayret ve dirayetle kullanmaya yönelmelidir. Bunun için de iradesine o istikamette tesir icra edecek müessirlere, henüz o irade zaafa uğramadan koşmalıdır.
- Hayatına ve onu ihata eden bilcümle şartlara ibret nazarıyla bakıp oluşların derunî hikmetini Allah’a havale etmelidir Bu, hayat ve hadiseleri kader perspektifinden değerlendirebilme dirayeti demektir Bunun için İslâm’ı -ala kaderi’l- imkân- doğru olarak öğrenmeye ve hazmetmeye çalışmalıdır.
- Kader perspektifinden bakarak kabullendiği gerçeklerin ortaya koyduğu ağırlığa rıza göstermekle beraber onların düzeltilmesine çalışmanın kendisi için İlâhi bir borç olduğunu Dünya’ya bunu yapmaya muktedir olup-olamadığının zâhire çıkması için gönderilmiş bulunduğunu hatırdan uzak tutmamalıdır Bunun için cenazelerde bulunup, mezarlıkları, hastahaneleri ve benzeri mahrumiyet meşherlerini sık sık ziyaret etmeyi alışkanlık haline getirmelidir Peygamber -aleyhissalatu vesselam-: “Nasihat isteyene ölüm yeter” buyurmuştur
- Kendisine, çoluk-çocuğuna ve tesirine tabi olmak ihtimali bulunan herkese karşı hak ve hayır olanın telkîni ile mükellef bulunduğu, bunun bir emr-i İlâhi olduğu gerçeğini hatırdan uzak tutmamalıdır. Bu faaliyetlerin umumi adı olan cihaddan geri kalmayarak bunda bir hisseye nail olduğu takdirde hayatını kıyamete kadar imtidad ettirebilmiş gibi iktisabının devam edeceğini düşünmelidir. İslâm’ın devamı Allah’ın kefaleti altında olduğuna göre onun devamına medar olacak amellere katılmakla kıyamete kadar o feyyaz görüş sebebiyle iktisabı muhtemel bulunulan bütün hayırlardan hissemend olacağı düşünülmelidir. Faniliğe isyan ile dolu şuuraltını tatmine medar olan bu cihad faaliyetinin kendi üzerinde bir emir olduğunu düşünmelidir. Üstelik bazı amellerde nisab belli olduğu halde cihadda meçhuldür. Bundan dolayı cihada müteallik mesuliyetin had ve hududunun bilinememesi yüzünden gayretini son hadde vardırmalıdır.
Gerçekten bir zekâtın nisabı ve verilecek miktarı belli olduğu halde Allah yolunda mücadelenin nisabı ve miktarı sarih değildir. Acaba ne miktar bir hizmette bulunulursa mesuliyetten kurtulunacağını kimse bilemez: Bu, kulda meknuz olan ve asla layıkıyla ölçülüp biçilemeyen zâhiri ve batınî nimetlerin mümkün kıldığı son had ile tahdid edilmiş olan bir borçtur. O nimetlerin mahiyetleri kadar yekûnunu da Allah’tan başka bilen yoktur.
Eğer insanlar uhrevî Âlemin ebediliğini lâyıkıyla takdir edebilseler acaba fâni Dünya hayatının huzur; sükûn ve selametini temin için çalıştıklarının kaç katı Ahiret için çalışırlardı? Bu ölçüyle bakıldığında dünyevî faaliyetler yanında karı Ahirete aid olanlar bir çerez kabilinden kalmaktadır. Bu noktayı hiç bir zaman hatırdan çıkarmalı ve Rabbanî bir ifade ile söylemek gerekirse “Hesaba çekilmeden evvel kendilerini hesaba çekmelidirler.
Bütün bu gerçekler muvacehesinde insanın sokaklara çıkıp bağırası gelir: “Ölüm var ölüm!”
devam edecek…