İçeriğe geç
Anasayfa » TESETTÜR EMRİ NE İFADE EDER?

TESETTÜR EMRİ NE İFADE EDER?

  1. Konu:

Dinî hassasiyetin zayıflaması, hanımların çalışma hayatına daha fazla katılması, bazı alanlarda başörtüsü yüzünden sıkıntılar çekilmesi gibi sebeplerden dolayı Müslümanların genelde tesettür özelde başörtüsü anlayışında ciddi gevşemeler ve aşınmalar yaşanmaktadır. “Örtünme bir emir değil bir tavsiyedir.” veya “Teferruattır.” veya “Dinî olmaktan çok ahlakîdir.” gibi fetva ve yorumlar da bu aşınmayı hızlandırmaktadır. Biz burada –bilebildiğimiz ölçüde- başörtüsünün dinimizin bir emri olduğunu ve bu emrin vücûb ifade ettiğini arz etmeye çalışacağız.

2- Emir Nedir?

Emir, yetki sahibinin kesin olarak bir işin yapılmasını istemesidir. Yetki sahibi bu iradesini ya emir sîğasıyla veya muhatabın emrin kesinliğini anlayacağı başka bir üslupla bildirir. Emrin kesinlik ifade etmesi esastır. Başka türlü bir algılama hayatın düzenini bozar. Onun için emreden isteğinin mutlaka yerine getirileceğini düşünerek emrederken emri alan da mutlaka bu isteği yerine getirmesi gerektiğini bilir.

Böyle bir talebin fıkıh usûlündeki adı mutlak emirdir. Mutlak emir vücûb/farziyet ifade eder. Ancak Şâri’in kesinlik murâd etmediğine dair bir karîne bulunursa o takdirde emrin ibâha, irşad, tehdit gibi başka manalar ifade ettiği düşünülür.

3- Tesettür ve Başörtüsü Emri

“Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle. Cilbâblarını (dış örtülerini) üzerlerine alsınlar.”[1]; “Başörtülerini yakaları üzerine bağlasınlar.”[2] ayetlerindeki emirler de mutlaktır. Bundan dolayıdır ki bu ilâhi emrin ilk muhatabı olan ashâb-ı kiram bu emirden, örtünmek mecburiyetinde olduklarını anlamış ve örtünmüşlerdir:

Ümmü Seleme (r.anha) şöyle diyor: “Cilbâblarını üzerlerine alsınlar ayeti indiğinde Ensâr kadınları sokağa, sanki başlarında siyah kargalar taşıyorlarmış gibi siyah giysiler içinde çıktılar.”[3]

Hicâb ayetleri indikten sonra Müslüman hanımlar yüzlerine peçe örtmeye başladılar. Ancak Rasûlullah (s.a.v) ihramlı iken yüzlerini açık bulundurmalarını emretmişti.[4] Nitekim Hz. Aişe (r.anha) şöyle anlatıyor:

“Biz Rasûlullah’la beraber ihramlı iken yolda bir kafile ile karşılaştığımızda cilbâblarımızla yüzümüzü örter, onlar geçince açardık.[5]

Kur’an-ı Kerim’in muradını en iyi anlayanlar olduğunda şüphe olmayan Ashâb-ı Kiram örtünme emrinden farz değil de bir tavsiye veya ahlâkî bir konu olduğu sonucunu çıkarsalardı o sıcak iklim şartlarında açık ve rahat giyinmeyi tercih ederlerdi. Ama örtünme mecburiyetinde oldukları hükmünü çıkardıkları için her şeye rağmen örtündüler. Ashâb-ı Kiram’dan itibaren de bu ümmet ittifakla başın örtülmesi dâhil tesettürü farz bildi ve öyle uygulaya geldi.

Merhum Hamdi Yazır, Cahiliye döneminde kadınların başörtülerini enselerine bağladıklarını ifade ettikten sonra şöyle demektedir: “Demek ki son zamanlarda asrîlik (çağdaşlık) sayılan kerdenküşalık (gerdanı açmak) böyle eski bir cahiliye şiarı idi. İslam böyle açıklığı nehy edip başörtülerinin yakalar üzerine vurulmasını emr ile tesettürü farz kılmıştır. Görülüyor ki; bu emirden tesettürün yalnız vücûbu değil, bir sûret-i mahsûsası (özel bir şekli) da gösterilmiştir ki kadın edep ve nezahetinin en dilnişîn (gönle oturma) ifadesi bundadır.[6]

5- Başörtüsü Dinî midir, Ahlâkî midir?

“İlahî dinlere göre başörtüsü” başlıklı bir makale kaleme alan Sayın Mehmet Görmez sonuç bölümünde başörtüsünün Yahudilik’te hukukî, Hristiyanlık’ta dinî bir mahiyet arz ettiğini belirttikten sonra İslamiyet’teki yeri hakkındaki kanaatini de şöyle ifade etmektedir:

İslamiyet’in başörtüsüne yüklediği anlam ise dinî/taabbüdî veya hukuki olmaktan çok ahlâkîdir.[7]

Dinî hükümlerin bağlayıcılığı, hukuki hükümlerin zorlayıcılığı bilindiğine göre Sayın Görmez ahlâkî hükümlerin bağlayıcı ve zorlayıcı olmadığını, kişinin veya toplumun ahlak anlayışına göre hareket edilebileceğini ifade etmiş olmaktadır.

Sayın Görmez’in bu husustaki en kuvvetli delili Nur Suresi’nin 31. ayetidir. Ona göre bu ayetteki emir ve yasaklar dinî olmaktan ziyade ahlâkîdir. Dolayısıyla başörtüsü de sadece ahlâkî bir hüküm ifade eder.

6- Tenkîd ve Tercih

Bu istidlal birkaç yönden isabetli değildir:

a) İcma’ya muhaliftir.

Ashab-ı Kiram’dan itibaren bu ümmet, hanımların başlarını örtmesini farz bilmiştir. Sayın Görmez de makalesinde yer yer bunu dile getirmektedir. Mesela bir yerinde:

“Söz konusu Kur’an ayetinin nüzûlün-den itibaren başörtüsünü din açısından bağlayıcı bir hüküm olmadığını söyleyen hiç kimse olmamıştır.”[8] der.

Bir başka yerinde de: “Kısacası hangi hikmete dayandığını söylerse söylesin, İslam’ın bidayetinde içinde yaşadığımız döneme kadar, Kur’an’ın başörtüsü ile ilgili emrini Kur’an’ın hitab ettiği kültürle sınırlı bir uygulama olarak gören hiç olmamıştır.”[9] diyerek başörtüsünün on beş asırdır her zaman ve mekanda ittifakla farz bilindiğini itiraf etmiş bulunmaktadır. Böyle bir ittifakın ilmî adı icmâdır. İcmâa muhalefet -hele bunun varlığını itiraf edenin muhalefeti- caiz olmaz.

b) Sedd-i Zerâî esasına muhaliftir.

Sedd-i Zerâî, harama götüren yolları da yasak kapsamına alarak haram işlenmesini önlemektir.

Kadın ve erkeğin mesela nâmahreme bakışlarına ve kadınların güzellik ve ziynetlerini teşhirine bir sınırlama getirilmese veya bunlara riayet edilmese, bütün ilahi dinlerin korumayı hedeflediği ırz ve namusun korunması tehlikeye düşebilir. Çünkü sûrenin ilk ayetlerinde haram olduğu bildirilen zinaya ortam hazırlanmış olur. Yasaklarda başarı elde etmek için oraya çıkan tüm yolları da kesmek gerekir. Alkollü içkilerde imalatından içimine kadar katkısı bulunan herkesin lanetlenmesindeki hikmet budur. Bu bağlamda: “Gözün zinası bakmaktır, dilin zinası konuşmaktır, kulağın zinası dinlemektir, elin zinası tutmaktır, ayağın zinası gitmektir. Kalp arzu ve temenni eder, organ onu tasdik veya tekzib eder.”[10] hadisi çok manidardır. Çünkü zina günahı bakışlarla başlayıp sözlerle devam eden tutuşmalarla ısınan bir sürecin sonucudur. Sonucu önemseyenin sonucu hazırlayan sebepleri de önemsemesi gerekir. Başörtüsünün de içinde yer aldığı söz konusu ayetteki emir ve yasaklara bir de bu hikmet penceresinden bakacak olursak başörtüsünün farz olmasının hikmete daha yakın olduğu, “dinî/taabbüdî olmaktan çok ahlâkîdir” diyerek tavsiye niteliğinde bir emir olduğunu ima etmenin isabetli bir istidlal olmadığı görülecektir.

c) Ahlâkî Ölçü nedir?

“Dinî olmaktan çok ahlâkîdir” sözünden maksat kabına göre şekil alan kişi ve toplumlara, zaman ve mekâna göre değişen mutlak ahlak ise, bunu başörtüsü için ölçü göstermek toplumun kabullerini meşru görmek olur ki; bu takdirde Allah (c.c)’ın yüce kitabında başörtüsü hakkında ayet indirmesi abesle iştigal olurdu (Hâşâ). Bir emir bildirmeyip toplumun ahlâk anlayışına bırakması yeterli olurdu.

Bundan İslâm ahlakı kastediliyorsa, İslâm ahlakı Kur’an ve sünnet çerçevesinde şekillendiğinden başörtüsü hükmü bir şekilde dinen bağlayıcı olur. Çünkü ana-babaya iyilik, sıla-yı rahim, rüşvet gibi nice ahlâkî davranışlar vardır ki sonu günah ve sevaba çıkar. Sonu buraya çıkan her davranış dinen bir şekilde bağlayıcıdır. Başörtüsünün de bu anlam da ahlâkî olduğunu farz etsek bile yine de dînen bağlayıcı bir hükme sahiptir.

Ve:

Aslında ahkâmdan ahlâka Müslüman’ı birçok yönden ilgilendiren tesettür ve başörtüsü meselesini farz mı vacib mi, haram mı mekruh mu gibi fıkhî ıstılahlar içinde ele almak yerine bize ahiret sermayesi olacak günah sevap anlayışı içinde ele almak daha doğru olur kanaatindeyim. Çünkü Ashâbın hanımlarının yaptığı gibi emrin ne ifade ettiğini düşünmeden sırf Allah (c.c) kitabında taleb etti diye başı örtmenin sevap kazandıracağında şüphe olmadığı gibi bu emre rağmen örtmemenin de günah kazandıracağında şüphe yoktur. 31. ayetin: “Ey Müminler! Hep birden Allah’a Tevbe edesiniz ki kurtuluşa eresiniz.” şeklinde bitmesi bu yaklaşımın daha doğru olacağına bir işaret olsa gerektir.

Allah kurtuluşa erenlerden eylesin.

[1]. Ahzâb, 59.

[2]. Nur, 31.

[3]. Ebû Davud, Libas, 29.

[4]. Buhari, Sayd, 13; Ebû Davud, Menâsik, 31.

[5]. Ebû Davud, Menâsik, 33.

[6]. Hak Dinî Kur’an Dili, 5/3506.

[7]. İslamiyat Dergisi C. 4, Sayı 2, Sf. 33.

[8]. A.g.e. Sf. 30.

[9]. A.g.e. Sf. 32.

[10]. Ebû Davud, Nikah, 43.