İçeriğe geç
Anasayfa » TEVBE YÂ RABBİ

TEVBE YÂ RABBİ

Enes b. Mâlik (r.a) demiştir ki: Rasulullah (s.a.s)’ın şöyle buyurduğunu işittim:

“Allah Teâlâ buyurdu ki:

Ey Âdemoğlu! Şüphesiz sen bana dua (ibadet) ettiğin ve bana ricada (ümitle yalvarmada) bulunduğun sürece, senin günahlarını bağışlarım ve senden sâdır olan günahların çokluğuna değer vermem.

Ey Âdemoğlu! Eğer senin günahların gökyüzünü kaplayacak derecede çok olsa ve sen de benden günahlarının bağışlanmasını talep etsen, Ben senin günahlarını bağışlarım.

Ey Âdemoğlu! Sen arzı dolduracak kadar günahlarla bana gelsen ve bana hiçbir şey ortak koşmamış olduğun takdirde ben de sana arz üzerini dolduracak kadar mağfiretle mukabele ederim.”[1]

Bu hadis-i şerifi İmam Tirmizî “Sünen”de ‘Deavât’ bölümünde zikretmiştir. Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.s)’in sünnetinde ümitleri en çok artıran hadis-i şerif, bu hadis-i şeriftir. Zira bu kudsî hadis büyük bir müjdedir. Allah Teâlâ’nın hilim ve keremini, hesap ölçülerinin üstünde olan lütuf ve ihsanı, engin mağfiretini beyan ediyor.

Mağfiret: Cenab-ı Hakk’ın, günahları bağışlaması, setretmesi, günahların cezasını affedip ceza yerine kulunu, mükâfata nail kılınmasıdır. Bundaki ilahî hikmetlerden biri de: günahkârlar, günahlarının çokluğu sebebi ile ümitsizliğe düşmemesidir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de meal olarak şöyle buyrulmuştur:

“Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyiniz. Şüphesiz ki Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki Allah çok bağışlayan ve esirgeyendir.”[2]

Ancak ilahî mağfiret var diye hiçbir kimse de kendisini günaha yöneltmemeli, günah işlemişse günahta ısrar etmemelidir. Derhâl tevbe ve istiğfarda bulunmalıdır. Zira ölüm, insana ansızın gelebilir. Kişinin istekleri ile birlikte tevbe ve istiğfarda bulunup ilahî mağfirete nail olmasına da engel olabilir. Akıllı insan her an ilahî davete hazırlıklı olmalıdır ki O’nun rahmet ve mağfiretine nail olsun. Bu hadis-i şerifi, İmam Nevevî (r.h) “el-Erbaîn” adı ile bilinen meşhur eserine almıştır.

Allâme Sadüddîn Taftâzânî “el-Erbaîn” üzerine yazdığı şerhinde özetle şunları kaydeder:

“Bu eserdeki son iki hadis-i şerifi İslam’ın medârı (dayanağı) olan ve sayılamayacak kadar çok hikmetleri ve hükümleri kapsayan hadis-i şeriflerdendir. Bunlardan birincisi insanı hevâî arzulara uymaktan alıkoyar. Ve hidâyet (dosdoğru yol) üzere olmasını telkin eder. İkincisi ise insanları -günahları çok olsa da- Allah Teâlâ’nın rahmetinden ümit var olmaya ve daima dua ve istiğfarda bulunmaya terğîb ve teşvik eder.”

Dua: Kulun Allah’a yalvarması ve ibadetlerin özüdür. İstiğfar ise, Allah Teâlâ’nın, kullarına olan sonsuz rahmetinden ümitvar olmak ve O’ndan bağışlanma dilemektir.

Sahîh-i Müslim’de “tevbe” bölümündeki bir hadis-i şerif mana olarak şöyledir:

“Sizden biriniz, (değerli) bir yitiğini bulduğunda nasıl çok sevinirse, kulunun tevbe etmesi ile de Allah Teâlâ (ondan) çok razı olur.”[3]

Yine Sahîh-i Müslim’de mevcut bir hadis-i şerifte Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.s) şöyle buyurmuştur:

“Siz hiç günah işlememiş olsaydınız, Allah Teâlâ başka insanlar yaratırdı ve onlar günah işlerlerdi de Allah onları mağfiret buyururdu.”[4]

Bu hadis-i şerifi, Ebû Eyyûb el-Ensârî (r.a) rivayet etmiştir. Kendisi, ölümünün yaklaştığı bir sırada, hadis-i şerifi Rasûlullah (s.a.s)’tan bizzat dinlediğini beyan ederek şöyle demiştir:

“Rasûllah (s.a.s)’tan dinlediğim bir şeyi şimdiye kadar sizden gizlemiştim. (Emaneti yerine getirmek üzere) o şeyi şimdi size bildiriyorum…”

Sahîh-i Buhârî’nin “tevhîd” bölümünde mevcut bir hadis-i şerifte de mealen şöyle buyurulmuştur:

“Bir kul günah işleyip sonra pişman olur ve: “Ey Rabbim! Ben günah işledim. Beni bağışla, günahı bağışlayan ancak Sensin.” derse, Allah Teâlâ buyurur ki: “Kulum bildi ki onun günahını bağışlayan Rabbi var ve onu onunla (günahla) sorumlu da tutar. (Ey meleklerim!) Şahit olun, ben o kulumun günahını bağışladım.” Sonra ikinci veya üçüncü kez günah işler ve sonra yine pişman olup mağfiret talep etse Allah Teâlâ her seferinde, aynı şekilde o kulunu bağışlayacağını buyurur.”[5]

Yani kul günah işleyip sonra pişman olup tevbe ve istiğfarda bulunduğunda Allah Teâlâ yine onu bağışlar.

Akıllı her insan, Rabbinin rahmet ve keremi karşsında edep ve haya duyguları içerisinde olur. Bunca iyilik ve ikramları ile Rabbinin, kendisini nimetlere nail kıldığını, koruduğunu, her an görüp gözettiğini düşünerek bütün kötülüklerden uzak kalır. Vâki olanlar için de tevbe istiğfar sebeplerine sarılır. Ve bilir ki kulun günahı ne kadar çok olsa da Allah Teâlâ’nın affı, mağfireti, hilmi ve rahmeti daha çoktur ve daha büyüktür. O’ndan başka da günahları bağışlayacak kimse yoktur. Bütün insanların günahları Allah Teâlâ’nın afv ve mağfireti karşısında, yok hükmündedir. Ancak Allah Teâlâ, şirki affetmez. O, Kur’an-ı Kerim’inde bu gerçeği bildirmiştir. Çünkü şirk zulümlerin en büyüğü ve en çirkin olanıdır:

“Allah kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Lakin ondan başka günahları dilediği kimseler için bağışlar. Allah’a ortak koşan kimse, derin bir sapıklığa sapmış olur.”

Üç önemli esas :

İlahî mağfirete nail olmak için hadis-i şerif üç önemli esası kapsamaktadır. Bunlar mevcut olduğu takdirde Allah Teâlâ, fazl u keremi ile kulunu mağfiretine nail kılar. Bu üç esastan;

Birincisi: Kulun Cenab-ı  Hakk’a dua etmesi ve yalvarmasıdır. Allah Teâlâ’ya dua edip bütün isteklerimizi, ihtiyaçlarımızı ona arz etmemiz, biz insanlara emredilmiştir. Dua bütün peygamberlerin şiârıdır. Âlimlerin, irfan sahibi insanların, sıddıkların adabıdır. Mü’minlerin bütün hacet ve isteklerini Allah Teâlâ’ya arz etmeleri ve Allah Teâlâ’dan yardım dilemeleridir. Bunun içindir ki hadis-i şeriflerde mealen şöyle buyrulmuştur:

“Dua ibadetlerin özüdür.”[6]

“Allah kullarının kendisinden talepte bulunmalarını ister.”[7]

Diğer taraftan Allah Teâlâ, biz kullarının dualarını kabul edeceğini vaad buyurmuştur. Onun içindir ki bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur:

“Dua etmek arzu ve iradesi bir kula verilmişse o kimseye duasının kabul edilmesi ikramı da onunla birlikte verilmektedir.”[8]

Kur’an-ı Kerim’de meal olarak buyrulmuştur:

“Rabbiniz buyurdu (ki:) siz bana dua ediniz ki ben de sizin dualarınızı kabul edeyim.”[9]

Yeter ki dualar adabına uygun olarak ve içtenlikle yapılmış olsun. Hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur:

“Rabbiniz hayâ ve kerem sahibidir. Bir kul ellerini kaldırıp O’na yalvardığında Allah, o kimsenin ellerini boş olarak çevirmez (kulunun dileğini kabul eder).”

Yani fazl u keremi ile kulunun dualarını kabul buyurur. Bunun için insan, daima ümitvar olmalıdır. Çünkü İslamiyette ümitsizlik yoktur. İnsan ne kadar günahkâr olsa da Allah Teâlâ’nın bağışlaması sonzuzdur ve kullar içindir. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmuştur:

“Siz Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyiniz. Gerçek şu ki Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki Allah, çok bağışlayan ve çok esirgeyendir.”[10]

Dua ibadet olduğu için adabına uygun olarak yapılmalıdır. Duanın ilk şartı da şuurlu ve gönül huzuru ile yapılmasıdır. Yapılan duanın Allah Teâlâ tarafından kabul edileceğine yakînen inanmalıdır. Rica ve istekleri ısrarla Allah Teâlâ’ya arz edip dua ve dileklerin kabul edileceğine kesin kanaat hâsıl edilmelidir. İnsan her zaman ve her yerde Rabbine dua eder. Allah Teâlâ fazl u keremi ile kulunun dularını kabul buyurur. Bununla birlikte eğer imkan varsa dua için mübarek vakitler gözetilmelidir. Mesala: Seher vakitlerinde, ezanların sonunda, farz namazların arkasında vb. mübarek vakitlerde daha ziyade dualar yapılmalıdır. Kezâ önceden abdest alınıp iki rekat namaz kılınmalıdır. Duaya başlarken tevbe ve istiğfarda bulunmalıdır, her zaman olduğu gibi ellerimizi açıp yukarıya kaldırmalı kıbleye yönelmeli Allah Teâlâ’ya hamd ve sena ile başlamalı, Rasûl-i Ekrem Efendimize salât ve selâm getirmeli, bütün insanların hidayete ermeleri ve bütün müminler için dua etmeli. Dua mahzun bir gönülle, günahları itiraf edilerek ve hafif bir ses ile yapılmalıdır. Duaların, Rabbimizce kabul buyrulacağı inancı korunmalıdır.

İkinci esas: Tevbe ve istiğfardır. İstiğfar kulun günahlarının bağışlanması, onların kötülüklerinden korunması ve bu kötülüklerin örtülüp affedilmesini Allah Teâlâ’dan dilemesidir. Tevbe ise kulun, Allah Teâlâ’nın rızasına giden yola yönelmesidir. Başka bir ifade ile tevbe: Kulun, İslamiyette kötü sayılan şeyleri terk edip iyi ve güzel olan şeylere yönelmesidir. İstiğfar kelimesi Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerde çok zikredilmiş, seherlerde istiğfarda bulunan müminler övülmüşlerdir.

Kezâ bir fenâ iş yaptığında onun kötülüğünü idrâk edip derhal istiğfarda bulunan mü’minler ve kendi öz nefislerine haksızlık edip sonra tevbe istiğfar eden, kötülüklerde ısrar etmeyen kimselerin de Allah Teâlâ’nın bağışlanmasına nail olacakları Kur’an-ı Kerim’de beyan olunmuştur.[11]

Ayrıca Kur’an-ı Kerim’de meal olarak şöyle buyurulmuştur:

“Rabbinize istiğfarda bulunun ve sonra da tevbe ile O’na (O’nun yoluna) dönün…”[12]

Günahta ısrar etmeyen, tevbe ve istiğfara devam eden kurtuluşa ermiştir. Kötülükler, günah işler hastalıklar gibidir. Tevbe ve istiğfar ise bu hastalıklardan kurtuluşun ilacıdır.

İstiğfar kelimesini en güzel ifade eden cümlelerden birisi de: “Allah’tan, beni bağışlamasını diliyorum. O öyle bir Allah’tır ki O’ndan başka ilah yoktur. Gerçek hayat sahibidir. Hayatı veren, varlıkları koruyup yöneten O’dur. Ve ben tevbe ile O’nun yoluna yöneliyorum.” mealindeki duadır.

Bir de Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.s), istiğfarın efdali ve en sevaplı olanı, kulun şöyle demesi buyurmuştur:

“Allah’ım! Sen benim Rabbimsin. Senden başka ilah yoktur. Beni sen yarattın ve ben senin kulunum. Gücüm yettiği kadar sana verdiğim söz üzere bulunuyorum. Yaptığım kötülüklerin şerrinden sana sığınıyorum. Üzerimde olan nimetlerini itiraf ediyorum. Günahlarımı da itiraf ediyorum. Beni bağışla. Günahları bağışlayan ancak sensin Allah’ım!”[13]

Üçüncü ve en önemli esas: Tevhîd akidesidir.

Tevhîd akidesi asılların aslıdır, bağışlanmanın da en büyük sebebidir. Allah Teâlâ’yı bir bilip O’na iman etmiş olmak, en büyük başarı ve en büyük kurtuluştur. Kişi, tevhîd inancına sahip olarak Rabbine kavuşursa yer ile gök arasını kaplayacak hataları olsa da Allah Teâlâ, yer ile gök arasını kuşatacak derecede mağfiret ile kulunu bağışlar. Tevhîd inancını gönlüne yerleştirmiş olan kimsenin kalbi, Allah sevgisi ve Allah’a tazim duyguları ile dolar. Bu imanın nuru ile mü’min kişi de bütün kötülüklerden arınmış olur, güzel amellere yönelir.

Allah (c.c) bizleri, iman nuru ile günahlarından arınan kulları zümresine ilhâk eylesin. Âmin.

 

[1] Tirmizî, Kitabu’d Davat, 3534.  Tirmizî bu hadis-i şerif hakkında “hasen” ve “sahih”tir demiştir.

[2] Zümer, 39/53.

[3] Müslim, 2675.

[4] Müslim, 2748.

[5] Buhârî, Tevhid, 7067.

[6] Tirmizî, Kitabu’d Dua, 3372.

[7] Tirmizî, Kitabu’d Dua, 3371.

[8] Tirmizî, Kitabu’d Davat, 3566.

[9] Mü’min, 60.

[10] Zümer, 39/53.

[11] Bkz. Âl-i İmran, 3/135-136.

[12] Hud, 3.

[13] Tirmizî, Kitabu’d Davat, 3390.