Kur’ân-ı Kerîm’de Allah Teâlâ, En‘âm Sûresi’nde kime hidayet etmek isterse göğsünü İslam’a açtığını, Zümer Sûresin’de de kimin de göğsünü İslam’a açmışsa kalbinde nur bulunduğunu bildirmiştir. Şöyle ki:
“Allah kimi hidayete erdirmek isterse, onun gönlünü İslâm’a açar.”[1]
“Allah’ın, göğsünü İslâm’a açtığı, böylece Rabbinden bir nur üzere bulunan kimse, kalbi imana kapalı kimse gibi midir? Allah’ın zikrine karşı kalpleri katı olanların vay haline! İşte onlar açık bir sapıklık içindedirler.”[2]
Hz. Peygamber (s.a.v) Efendimiz’e bu göğsün açılması hakkında soru sorulduğu zaman buyurmuştur ki, “Bir nurdur ki, Allah onu mü’minin kalbine atar, o da onunla ferahlanır, açılır.” Bunun üzerine ashâb: “Ey Allah’ın Rasûlü, onun tanınacak bir emaresi var mıdır?” demişler, Rasûlullah da: “Evet, ebedîlik evine (cennete) yönelme, aldanma evi (dünya evi)nden uzaklaşma ve ölüme, gelmeden önce, hazırlanmaktır.” buyurmuştur.[3]
Bu iki âyet-i kerîmede, hidayete erenin göğsünün İslam’a açıldığı, göğsü İslam’a açılanın da kalbinde nur bulunduğu anlatılmaktadır. Elbette Kur’ân-ı Kerîm’i, Kur’ân-ı Kerîm açıkladığı gibi kendisine Kur’ân’ı açıklama yetkisi verilen[4] Rasûlullah (s.a.v) da açıklamış ve kalpte bulunan nurun alametini beyan etmiştir.
Nur, hem kendisini hem başkalarını gösterir. Kalpteki iman nuru, her şeyin hakikatini gösterir; dünyanın fâni, ahiretin bâkî olduğunu gösterir. Fâni dünya, bâkî kılınmış olan ahireti kazanmak için verilmiştir. Hakikati gören mü’min, bâkî cennete yönelir, cennete ulaşması için engel olan dünyadan yüz çevirmesi gerekir. Her an ölümün gelebileceğine inanan bir mü’min, ölüm gelmeden önce ölüme hazır olur, Hakk’a ve halka karşı görevlerini yerine getirir.
Kâmil mü’min, öğüt alan, öğüt almayı öğüt vermeye tercih eden kişidir. Esas öğüt, ölümden öğüt almaktır. İşte bundan dolayı Peygamber (s.a.v) Efendimiz: “Vâiz/öğüt verici olarak ölüm yeter.” buyurmuştur.[5]
Kalbinin kulağı olana kalıbının kulağı, kalbinin gözü olana kalıbının gözü fayda verir. İbret alan ders alandır, ders alan gereğini yapandır.
Öleceğini bilen ve düşünen, ölüme hazırlıklı olur. Ölüme hazırlıklı olmak, ölmeden önce Hakk’a karşı namaz, oruç, zekât, hac gibi borcu olmamak, eda edemediklerinin kazasını yapmak ve halka karşı da borçlu olmamak, kul haklarından halasa ermek, helalleşmek ve görevleri yerine getirmektir.
İbrahim ez-Zeyyâd (r.a) bir gün bir topluluğa uğramıştı. Onlar, vefat eden birine Allah’tan rahmet diliyorlardı. İbrahim onlara dedi ki: “Siz kendi âkıbetinizden korkunuz. Çünkü ölünüz üç tehlikeyi atlatmıştır: Ölüm meleğini görmüş, ölümün acısını tatmış, hayatın kötü sonuçlanmasından da artık endişesi kalmamıştır.”
Hasan-ı Basrî (r.a) şöyle derdi: “Şu üç şeyi unutmak mü’mine yakışmaz: Dünyanın fâniliği, dünya ahval ve nimetlerinin geçiciliği, ölümün hak olduğu.” …Hamid el-Leffâf (r.a) diyor ki: “Ölümü çok anan kimse, üç şeyle şereflenmiş olur: Tövbeyi hemen etmek, nefsi kanaat sahibi kılmak, ibadette neşe ve sürur duymak.”
Süfyan-ı Sevrî (r.a) derdi ki: “Ölüm her an gelebilir. Yarına çıkacağını zanneden kimse, ölüm için hazırlıklı sayılmaz. Tâat ve ibadetler ölümü hatırlamanın semeresi olduğu gibi, günahlar da ölümü unutmuş olmaktan neş’et eder.”[6]
Bize Gerekenler
1. Ölümü anmak, her an ölüm gelebilir diye hazırlıklı olmak
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Her canlı ölümü tadacaktır. Ancak kıyamet günü yaptıklarınızın karşılığı size tastamam verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete girdirilirse, gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı metâdan başka bir şey değildir.”[7]
2. İman üzere ölme derdini hatırdan hiç çıkarmamak
Sonsuzu kazanmak için sonu kazanmak gerekir. Sonu kazanmak, iman üzere ölmekledir. İman üzere ölmek için iman üzere yaşamak gerekir. İman üzere yaşamak, imanın helal dediğini helal bilmek, haram dediğini haram bilmek, imanın emrettiğine uymak, imanın yasakladığından sakınmaktır.
“Ey iman edenler! Allah’tan, Ona yaraşır şekilde korkun ve siz ancak Müslümanlar olarak ölün!”[8]
3. Her gün tevbe ve istiğfar etmek
Tevbe, fiilen yanlıştan dönmek, doğru olanı yapmaya yönelmektir; istiğfar, af talep etmektir. Hepimize tevbe etmek farzdır. Her gün istiğfar etmeyi prensip edinmek gerekir.
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Ey mü’minler! Hepiniz tevbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz.”[9]
Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“Vallahi ben günde yetmiş defadan fazla istiğfar eder/Allah’tan beni bağışlamasını diler, tevbe ederim.”[10]
4. Cenazede bulunmak ve zaman zaman kabir ziyaretinde bulunmak
Cenaze, ölümü hatırlatır, ölmeden önce hazırlıkta bulunmaya yönlendirir, ölen mü’min kardeşe karşı son görevin ifasını ifade eder. Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“Kim bir cenazede, cenaze namazı kılınıncaya kadar bulunursa, bir kîrat, gömülünceye kadar kalırsa, iki kîrat sevap alır”.
– İki kîrat ne kadardır? diye sordular. Rasûlullah (s.a.v):
– İki büyük dağ kadar! cevabını verdi.[11]
Kabir ziyareti de ahireti hatırlatır. Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“Kabirleri ziyaret etmek isteyen ziyaret etsin. Çünkü kabir ziyareti bize ahireti hatırlatır”[12]
Allah (c.c) ölüme hazırlıklı olmaya bizi muvaffak kılsın,
ölüm konusunda gafletten kurtara hepimizi.
[1] En’âm, 6/125.
[2] Zümer, 39/22.
[3] İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, II, 174-175.
[4] Nahl, 16/44.
[5] Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ ve Müzîlü’l-Elbâs, II, 112.
[6] Abdülvehhab eş-Şa‘rânî, Tenbîhü’l-Muğterrîn (terc. Ömer Temizel), s. 81-84, Sönmez yay. İst.1979.
[7] Âl-i İmrân, 3/185.
[8] Âl-i İmrân, 3/102.
[9] Nûr, 24/31.
[10] Buhârî, Deavât, 3; Tirmizî, Tefsîru sûre (47) İbn Mâce, Edeb, 57.
[11] Buhârî, Cenâiz, 59; Müslim, Cenâiz, 52, 53; Nesâî, Cenâiz, 79; İbn Mâce, Cenâiz, 34.
[12] Tirmizî, Cenâiz, 60; Ebû Dâvûd, Cenâiz, 77.