İçeriğe geç
Anasayfa » VAKTİMİZİ AZÎZ BİLMEK TÂATE SARF EYLEMEK

VAKTİMİZİ AZÎZ BİLMEK TÂATE SARF EYLEMEK

            Yüce Rabbimiz sayısız nimetlerini biz kullarına ihsan etmekte, şükredilen nimeti de arttıracağını müjdelemektedir. Hakkıyla kadir ve kıymeti bilinip şükredilmesi gereken nimetlerin başında da vakit gelmektedir. Çünkü Rabbimiz Kur’ân-ı Mübîn’inde bu büyük nimete,  Habîbi’nin yaşadığı Asr-ı Saâdete yemin etmektedir. En büyük zenginliğimiz Müslümanlığımız ve İslâm kardeşliğimizdir. En değerli sermayemiz de ömür günlerimizdir.

Tâate sarf edilen bir ömür ne değerli bir ömür, tâat ve ibadetle büyüyen bir gençlik de ne bereketli bir nesildir.[1]

Böyle bir neslin özlemini duyan Efendimiz aleyhisselâm, Ashâbına:

“Kardeşlerimi özledim.” buyurunca, Ashâb-ı Kiram:

– Biz Senin kardeşlerin değil miyiz yâ Rasûlallah? dediklerinde Peygamberimiz şöyle cevap verir:

-“Sizler benim ashâbımsınız, kardeşlerimiz ise henüz dünyaya gelmeyenlerdir. Kardeşlerimiz, Beni görmeden Bana inananlardır.”[2]

Ashâb-ı Kiram’dan sonra gelen müminler Rasûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’in kardeşleridir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır:

“İlk Muhacirler ve Ensâr ile onlara güzellikle uyanlar var ya… İşte onlardan                                                                                                                                                                                                                                         Allah razı olmuştur. Onlar da Allah’tan hoşnut olmuşlardır.”[3]

Sahabe-i Kiramdan sonra gelen bu hayırlı nesiller Resûlüllah – sallallahu aleyhi ve selem – Efendimiz’in kardeşleri kabul edilirler.

Bir gün Fahr-i Kâinat (s.a.v) Efendimiz Ebû Zerr Gıfarî (r.a)’a buyurdular ki:

– Yâ Ebâ Zerr, Benim niçin gamlandığımı, ne düşündüğümü ve neye özlem duyduğumu biliyor musun?

– Bilmiyoruz yâ Rasûlallah, gam ve düşüncenizi bize haber veriniz!

Rasûlullah –sallallahu aleyhi ve selem- Efendimiz:

            -“Aaah!” dedi, “Özlemim benden sonraki kardeşlerime kavuşmak içindir. Onlar şühedâ menzilesindedirler. Babalarından, analarından ve kardeşlerinden sadece Allah rızasını kazanmak için ayrı düşerler. Malı Allah için terk ederler. Nefislerini tevazu ile hor hakir ederler. Şehevâta ve dünya fuzûliyyatına rağbet etmezler. Allah’ın evlerinden bir evde muhabbetullah’tan dolayı gamlı ve mahzun olarak toplanmışlar, kalplerini Allah’a vermişler, gönülleri Allah’a bağlamışlardır. Allah’tan başkası onları bilmez…”[4]

Kur’an-ı Kerim’e bağlılık, cihanı cennet hayatına dönüştürmektedir. Saadet asrı bunun örnekleriyle doludur. Kur’an’ı arkaya atıp ondan yüz çevirmek, davetine kulak vermemek, ömrü Kur’an’ın rehberliğinde geçirmemek ise kişi ve toplumları hüsrana sürüklemektedir.[5]

            Mekân nasıl kendisinde bulunanla şerefleniyorsa, zaman da tâat ve ibadetle değerlenip bereketlenir. Cehalet asrı, Saadet asrına dönüşür.

Gelecek asırları Saadet asrına dönüştürecek kardeşlerinin/mü’minlerinin kokusunu alan Efendimiz aleyhisselâm:

-“Kardeşlerimi özledim,” buyurarak bu hayırlı nesilleri müjdelemektedir.

Ne mutlu O’nun sünnetlerine uyan, emanetlerine sahip çıkan ve O’na hayırlı ümmet olabilen bahtiyar Mü’minlere.                                                                                                                                                                                                        Mü’minler bir araya geldiklerinde bunun için dertlenmişler, ayrılırlarken de bunu gerçekleştirmek için birbirleriyle vasiyetleşmişlerdir. Bu konuyu Mehmet Akif merhûm manzum olarak şöyle dile getirmiştir:[6]

Hani, Ashâb-ı Kirâm ayrılalım, derlerken,

Mutlaka Sûre-i ve’l-Asr’ı okurmuş bu neden?

Çünkü meknûn O büyük Sûre’de esrâr-ı felâh;

Başta iman-ı hakîkî geliyor sonra salah,

Sonra hak, sonra sebat. İşte kuzum insanlık.

Dördü birleşti mi yoktur sana hüsran artık.                                                                                                                                                                    

Yüce Allah Asr’a yemin ederek, bizleri vaktin kadir ve kıymetini bilmeye davet etmiş, fert ve toplumu hüsrandan kurtaracak, kurtuluşa götürecek ve saadet asrına eriştirecek olan dört ilahi prensibi şöyle sıralamıştır:

  1. a) İman, b) Salih amel, c) Hakkı tavsiye etmek,    d) Sabrı tavsiye etmek

Yüce Rabbimizin davetine uyarak, bu İslami ölçülerle ömür günlerimizi değerlendirmiş, Cenab-ı Hakk’ın ve Rasûlü aleyhisselâmın hoşnut olacağı şekilde bir hayat sürmüş oluruz.

Vaktimizin ölçülü harcanması, israfından sakınılması ise ancak Allah’ın ve Rasûlü’nün davetine uymak, hayatı İslâmi ölçülere göre yaşamakla mümkündür. Nitekim Kur’an-ı Mubîn’in hükmü de böyledir:    

“Ey iman edenler! Peygamber sizi, kendinize hayat verecek şeylere davet ettiği zaman, Allah’ın ve Rasûl’ünün davetine uyun.”[7]

Yegâne kulak verilip uyulacak davet, Allah ve Rasûlü’nün davetidir. Çünkü bu davet insanlığı her türlü karanlıktan nûra/aydınlığa çıkarmış, iki dünyada hayat bahşedip, aziz kılmış ve huzûra kavuşturmuştur.

Ashâb-ı Kiram Peygamberimizin davetini duyduklarında “İşittik, kabul ettik ve emrine itaat ettik.” diye mukabele etmiş ve hiçbir konuda Allah’ın ve Rasûlü’nün önüne geçmemişlerdir. Efendimiz’in Allah katından getirip haber verdikleri Ashab’ının birinci tercihi olmuş, Peygamberimize olan muhabbet ve teslimiyetlerini “Lebbeyke ve sa’deyke yâ Rasûlallah: Emrin baş üstüne yâ Rasûlallah saâdetler içinde olunuz.” Sözleriyle ifade etmişlerdir. Çünkü biliyor ve inanıyorlardı ki bu daveti kabul, onlara hayat bahşedecek,  vakitlerini ve ömürlerini bereketlendirecek, kendilerini iki cihanda aziz kılıp, izzet ve onurla yaşatacaktır.

Yüce Rabbimiz sayısız nimetlerini sözlerin en güzeli, huzur ve saadet rehberi Kur’an-ı Kerîm ve biricik Habibi Hz. Muhammed aleyhisselâm’ın diliyle biz kullarına haber vermiştir.

Peygamber Efendimiz’i de rahmetinin ve nimetlerinin müjdecisi, azabının habercisi ve bütün insanların Peygamberi olarak göndermiştir.[8]

Hiç şüphesiz bizi kurtaracak ve huzura kavuşturacak olan Peygamberimizin getirdiğini ve verdiğini almak, yasaklayıp sakındırdıklarından uzak durmaktır. Nitekim Cenab-ı Hakk şöyle buyurmuştur:

“Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasak ettiyse ondan da sakının.”[9]

Çünkü Yüce Allah biz kullarını Habib-i Ekrem’ine uymak sayesinde sevecek ve bağışlayacaktır.[10]

Peygamber Efendimiz vaktimizin değerini bilip, onu tâate sarfederek ömür günlerimizin dünya ve ahiretteki sevinç günlerimiz olması için bizleri şu sözleriyle uyarmaktadır:

“İki günü birbirine eşit olan aldanmıştır.”[11]

“İki nimet vardır ki insanların çoğu bunlardan gafildir. Bu nimetler; sıhhat ve boş vakitlerdir.”[12]

Yine Peygamberimiz aleyhisselâm buyururlar ki:

“Beş şey gelmeden önce, beş şeyin kıymetini bil:

1- Ölüm gelmeden önce hayatının,

2- Hastalıktan önce sağlığının,

3- Meşguliyetten önce boş ve müsait vaktinin,

4- Yaşlılık gelmeden gençliğinin,                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                5– Fakirlik gelip çatmadan varlığının.”[13]

Ümmetinin sıkıntıya düşüp zahmet çekmesinden üzülen, Ümmetine çok düşkün olan Sultan-ı Enbiya Efendimiz bu Hadîs-i Şerifleriyle bizleri vaktimizin kadir ve kıymetini bilmeye davet ederek, onu yerli-yersiz harcayarak hüsrana düşmekten sakındırmaktadır.

Rabbimizin bizlere ihsan ettiği Peygamberimizin de haber verdiği, israfından sakındırdığı sayısız nimetlerin başında vakit nimeti gelmektedir. Vakit öyle bir nimettir ki iki cihan saadeti onunla elde edilir. Fakat dünyanın bütün serveti ortaya konulacak olsa bile geçmiş bir ânı geri getirmeye hiçbir kimsenin gücü yetmez.

Şu halde vakit dediğimiz bu büyük nimet Rabbimizin bize ihsan etmiş olduğu nimetlerin birincilerindendir ki bu nimetin değer ve kıymetini bilmek, onu tâate Sarf eylemek ve israfından kaçınmak da en birinci vazifelerimizdendir. Çünkü belaların en büyüğü, vakitleri boşa harcayıp israf etmektir. Mümine yakışan, her ânını müslümanca yaşamak, boş ve faydasız şeylerden yüz çevirip Müslümanlığın güzelliğini tatmaktır. Nitekim Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:

“Kişinin Müslümanlığının güzelliği, kendisine fayda vermeyen şeyleri terk etmesidir.”[14]

            Kur’ân-ı Kerim, “kurtuluşa eren” müminleri şu özellikleriyle bize tanıtmaktadır:

“Onlar boş ve faydasız şeylerden yüz çevirirler”[15]

            “Onlar boş söze rastladıkları zaman, vakarla oradan geçip giderler.”[16]           Düşünülmeden sarf edilen, boş ve faydasız şeylerle tüketilen vakit nimetinden sorumlu olduğumuzu bir Kur’an hükmü olarak bilelim.

Mü’minler olarak Rabbimizin bize ihsan etmiş olduğu vakit nimetinin kıymetini nasıl bileceğiz ve şükrünü eda etmek için onu nasıl değerlendireceğiz?                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                            Hz. Ebû Ubeyde bin Cerrah radiyallahu anh’ın

“Ben ancak dince olan borcu ödeyici, İslam’ın söküğünü dikici ve Ümmetin gediğini kapatıcıyım.” sözünün ışığında vazifelerimizin vakitlerimizden çok olduğunu unutmayarak,

Müslümanların arasını düzeltip müslümanı müslümana meylettirerek,

Düşenin yâri olmak, hastaların ziyaretinde bulunmak, dostlarını arayıp sormak ve gönüllerine sevinç bahşetmekle,

Dinimizin günah saymadığı meşru ölçüler içerisinde, çoluk çocuğunun rızkını helalinden temin için çalışarak,

İslâmı öğrenmek, yaşamak ve yaşatmak için ilim meclislerine devam ederek,

İlim ehline hürmette, hizmette ve vefada kusur etmeyerek,

Hakk’ın ve haklının yanında olmak; zulmü alkışlamamak, zalimi asla sevmemek, medeni bir toplum için gayret göstermekle,

Hakkı ve sabrı tavsiye etmek, iyiliği teşvik etmek, günahlardan insanları sakındırmakla,

Allah yolunda ve Allah’ın dediği olsun, insanlar huzur ve saadete kavuşsun diye harcayacağımız vakitlerimiz iki cihandaki izzet ve şeref vesilelerimizdir.

 

                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                   

 [1] bkz. Buhârî; Ezan, 36

[2] Müslim; Taharet, 39; İbn-i Mâce; Zühd, 36

[3] Tevbe, 9/100

[4] Zübdet’ül-Hakaik

[5] bkz. Tâhâ, 20/124

[6] Safahat

[7] Enfal, 8/24

[8] bkz. Sebe’, 34/28

[9] Haşr, 59/7

[10] bkz. Âl-i İmran, 3/31

[11] Keşfü’l-Hafâ, 2/233

[12] Buhârî; Rikak, 1

[13] Buharî; Rikak 3; Hâkim, el-Müstedrek: 4/341

[14] Tirmizî

[15] Mü’minûn, 23/3

[16] Furkan, 25/72