İçeriğe geç
Anasayfa » YALAN YERE YEMİN ETMEK*

YALAN YERE YEMİN ETMEK*

Yalan yere yemin etmek, İslamiyet nazarında mühim bir cinayettir. Hakikate mukarin olmayan bir iddiayı ispat için yemine cüret eden bir şahıs üç cinayeti birden irtikâp etmiş olur. Şöyle ki bir kere yalan söylemiş olur; yalan ise dinen haramdır, en büyük bir günahtır. Sonra bununla başkasının hakkına tecavüz etmiş olur; başkasının hakkına tecavüz ise şer‘an haramdır, pek büyük bir mesuliyeti caliptir. Daha sonra da bütün esrar ve mugayyebâta âlim olan Hak Teâlâ’nın kudsî ismini hasis bir menfaati elde etmek için hakikate mugayir bir iddiayı terviç ettirmek için âlet etmiş olur; bu ise pek büyük bir cinayettir, en kötü bir hayâsızlıktır. Hak Teâlâ Hazretlerini bilen, sahih bir itikada malik olan bir insan böyle bir cinayet kabil değil, cüret edemez; insan, Hâlikinden, Râzikinden utanmaz mı? İnsan nasıl olur da Alîm ve Hakîm olan Ma‘bûd-i Kadîminin ism-i akdesini böyle adi, hakikate muhalif şeylere âlet ittihaz edebilir? Bu, ahlâken ve diyaneten ne kadar bir sukuttur! Bu, mehafetullah duygusundan ne büyük bir mahrumiyettir!

Evet… Sahibini günahlara daldıran, bu cihetle “yemin-i gamus” adını alan bir yemin-i kâzibe, en büyük günahlardan biridir. Nitekim bir hadîs-i şerîfte:

[1]« الكَبائِرُ: الإشْراكُ باللَّهِ، وعُقُوقُ الوالِدَيْنِ، وقَتْلُ النَّفْسِ، واليَمِينُ الغَمُوسُ »

buyurulmuştur. Yani “Kebâir denilen en büyük günahlar: Allah Teâlâ’nın şeriki (ortağı) olduğuna kail olmak; anaya, babaya asi olmak; masum bir insanı öldürmek ve yalan yere yemin etmektir.”

Mamafih, yemin-i kâzibe, nifak alâmetidir. Hakikî bir mü’min, buna cesaret edemez. Nitekim bir hadîs-i nebevîde:

[2]«إِذَا حَدّثَ كَذَبَ وإِذَا وَعدَ أَخْلَفَ وَ إِذَا اؤْتُمِنَ خَانَ :آيَةُ الْمُنَافِقِ تَلاَثٌ »

buyurulmuştur. Yani “Münafık kimsenin alâmeti üçtür: Söyleyince yalan söyler; vaat edince hulf eder, onu yerine getirmez; muahede, mukavele yapınca da gadr eder, yaptığı ahit ve peymana riayet etmez.”

İşte yalan söylemenin, yalan yere yemin etmenin mahiyeti!.. Böyle bir hareket, cemiyet hayatı için ne büyük bir tehlike teşkil eder. Evet… Efradı sözlerinde durmayan, sözlerinde yalan irtikâp eden bir cemiyet, izmihlale yüz tutmuş olur. Onların arasında tesanütten itimattan eser kalmaz, iktisadî hayat, sönmeğe başlar, terakkiden eser görülemez. Nitekim bir hadîs-i nebevîde:

[3]« الْيَمِينُ الْغَمُوسُ تَدَعُ الدِّيَارَ بَلَاقِعَ »

buyurulmuştur. Yani “Yalan yere yapılan yemin, yurtları bir harabe haline çevirir, cemiyetleri darmadağınık eder.”

Artık yalan yere yapılan bir yeminin en müthiş akıbetlere, uhrevî cezalara sebebiyet vereceğini düşünmeli, bundan son derece sakınmalıdır.

Rasûl-i Ekrem ﷺ Efendimiz, bir hadîs-i şerîfinde de şöyle buyurmuştur:

[4]«  مَنْ اقْتَطَعَ مَالَ أَخِيهِ بِيَمِينٍ فَاجِرَةٍ فَلْيَتَبَوَّأْ مَقْعَدَهُ مِنْ النَّارِ »

yani “Her kim kardeşinin bir malını yalan bir yemin ile kesip atar, onun elinden çıkarırsa ateşten oturacağı yere hazırlansın; cehennem azabına müstahik olduğunu iyice düşünsün!”

Artık temiz bir kalbe, nezih bir itikada malik olan bir insan, yalan yere yemine cesaret edebilir mi? Hatta birçok muttaki zatlar, kendilerinden haksız yere iddia edilen şeyleri verir (bezl ederler) de Hak Teâlâ’nın mukaddes ismine tazim için yemin etmekten çekinirler. İşte bu hâl, dinî bir terbiyenin takdirlere şayan bir neticesidir.

LÜGÂTÇE

Mukarin: Bir yerde, bir arada bulunan, birlikte olan, bitişik, yakın.

İrtikâp: Kötü bir işi, bir kötülüğü yapma.

Calip: Kendi tarafına çekmek, getirmek.

Mugayyebât: Beş duyu ile bilinemeyen gizli ve görünmez şeyler, haller, ilâhî sırlar, ledünniyat.

Hasis: Kıymetsiz, âdî, bayağı.

Mugayir: Uymayan, bağdaşmayan, aykırı, zıt, muhâlif.

Terviç ettirmek: Değerini arttırma, revaç verme.

Ma‘bûd-i Kadîm: Başlangıcı olmayan, ezelî, zaman üstü.

Akdes: Çok (daha, en, pek) mukaddes.

İttihaz etmek: Kabul etme, öyle sayma … edinme.

Sukut: Daha aşağı derecelere, mertebelere inme, seviye kaybetme.

Mehafetullah: Allah korkusu.

Kâzibe: Yalan yemin, aslı olmayan, aldatıcı.

Mamafih: Bununla berâber, durum böyle iken.

Nifak: İki yüzlülük, münâfıklık

Hulf: Sözünde durmamak, verdiği sözü bozmak.

Muahede: Bir işin yapılması için karşılıklı söz verme, ant içme, ahitleşme.

Gadr: Haksızlık etmek, zulmetmek, gadre uğratmak.

Peyman: Ant, yemin.

İzmihlal: Yok olma, mahvolma, yok olup bitme, yıkılma, çökme.

Tesanüt: Dayanışma.

İtimat: Güvenme, emniyet etme, güven, emniyet.

Terakki: İlerlemek, gelişmek, yükselmek.

Müstahik: Hak eden, lâyık olan.

Bezl: Bol bol, cömertçe vermek, esirgemeden vermek.


* Bu makale Ömer Nasuhi Efendi’nin (rh) yemin bahsine ilave olarak kaleme aldığı bir lâhikadır.

(Bkz. Ömer Nasuhi Bilmen, Hukûkı İslâmiyye ve Istılâhâtı Fıkhiyye Kâmûsu,  İstanbul:  Bilmen Basım ve Yayınevi, 1985, c. VIII, s. 179).

* Arş. Gör., Gümüşhane Üniversitesi İlahiyat Fakültesi.

[1] Buhari, Edeb, 6; Müslim, Îmân, 38; Tirmizî, Tefsir, 5

[2] Buhârî, Îmân 24, Şehâdât 28, Vesâyâ 8, Edeb 69; Müslim, Îmân 107-108.

[3] Beyhakî, Sünen, 20364, Taberânî, el-Evsat, 1092.

[4] Hâkim, el-Müstedrek, IV, 328.