Bizi Rabb’imize yaklaştıracak, rıza ve sevgisini kazandıracak, nimetlerinin şükrüne vesîle olacak, gönül hoşluğu vererek huzura kavuşturacak manevi devâlardan biri de hiç şüphesiz ibadetlerimizdir.
Yüce Rabb’imiz katındaki değer ve kıymetimiz ancak duâ ve ibadetlerimizle mümkündür. Çünkü hayat ve ibadet rehberimiz Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmuştur:
“De ki: Duâ ve ibadetiniz olmasaydı Rabb’im size değer verir miydi?” (Furkan 25/77)
İman ve İslam’ın tehlikeye düştüğü, ahlâk ve faziletin yok edildiği, her çeşit günaha kapıların ardına kadar açıldığı bu asırda takvaya sarılmalı, farzları edâ etmeli, haramlardan sakınmalı, ibadet ve duâlarla Rabb’imize sığınmalı ve bizi her çeşit şer ve günahtan uzaklaştıracak, her türlü hayır ve iyiliğe ulaştırıp Cennetine kavuşturacak olan Rabb’imizin yardımını dilemeliyiz.
Bu İlâhi yardımı hak etmek için de önce kendimizi yaratılış gayesi olan kulluk ve ibadetle Rabb’imize tanıtmalıyız.
Nitekim günde beş vakit, her rekatta Yüce Rabb’imize: “Ancak Sana kulluk ve ibadet eder ve yalnız Senden yardım dileriz. (Fatiha:1/5) diye söz veriyoruz ve Allah’ın yardımının O’nun dinine, biricik Habibi Efendimiz aleyhisselâm’a hürmet ve hizmetle kazanılacağına bir Kur’an hükmü olarak inanıyoruz. Çünkü sözlerin en güzeli Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır:
“Allah’ın mü’minlere yardımı haktır.”(Rum:47)
“Siz Allah’ın dinine yardım ederseniz, Allah da size yardım edecektir.” (Muhammed:7)
Hiç şüphesiz her çeşit hayra ulaşmak ve bütün kötülüklerden uzaklaşmak ancak Allah’ın yardımıyla mümkündür.
Şunu da bilmeliyiz ki üzerimize farz olan ilimleri, İlâhi hükümleri öğrenmediğimiz müddetçe farzları hakkıyla yerine getiremez, haramlardan kaçınamaz ve nâfile ibadetleri îfâ ederek Rabb’imizin sevgi ve rızasını kazanamayız. Bu nedenle önce ilim öğrenmemiz, ilme sarılmamız, takva düşüncesi ile yaşamamız ve ihsan şuuru ile amel etmemiz gerekir. Nitekim Sultân-ı Enbiyâ Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“İhsan: Allah’a, O’nu görüyormuşsun gibi ibadet etmendir. Her ne kadar sen O’nu göremezsen de şüphesiz O seni görmektedir.” (Buhari, İman, 37)
“Her bir Müslüman erkek ve kadın üzerine dini ilimleri, ilahi hükümleri öğrenmek
farzdır.” (İbn Mâce, Mukaddime, 17.)
“Allah kimin için hayır dilerse o kimseyi dinde fakih/derin anlayış ve ilim sahibi kılar.” (Buharî, Müslim)
Biz öncelikle Rabb’imiz tarafından Müslümanlardan olmak, Kur’an-ı Kerim okumak ve Cenâb-ı Hakk’a hâlisâne duâ, ibadet ve kulluk yapmakla emrolunduk. Şu halde bize düşen; ihlâs ve samimiyetin sözünü eden değil de, özüne inen, o üstün meziyyetle Rabb’ine yönelen, güvenen, rızasını gözeten ve severek ibadet yapan mü’minlerden olmaktır. Çünkü Fahr i-Kâinat aleyhissalâtü ve’s-selâm Efendimiz, ilmiyle amel eden, takva düşüncesine sahip, samimi mü’minlerin helak olmaktan kurtulacaklarını haber vermektedir. (bkz. Keşfu’l-Hafâ, 2/378 Hadis nu: 2796)
Nitekim bu husus Sözlerin En Güzelinde şöyle açıklanmıştır:
“Ben Müslümanlardan olmakla ve Kur’ân okumakla emrolundum.” (Neml, 27/91-92)
(Ey Habibim! Mü’minlere) de ki: Ben, dini Allah’a hâs kılarak, yalnız O’na hâlisâne ibadet ve kulluk etmekle emrolundum. (Zümer, 39/11)
“Halbuki onlar sadece Allah’a, O’nun dininde ihlas ve samimiyet erbâbı olarak ibadet ve kulluk etmekle emrolunmuşlardı.” (Beyyine, 98/5)
İbadette esas olan severek ibadet yapmak ve ihlasa sarılmaktır. Yani ibadeti ancak ve ancak Allah rızası için yapmaktır.
İnsanın yaratılış gayesi de, Yüce Allah’ı bilip tanıması, O’na ibadet ve kullukta bulunması ve
verdiği nimetlere şükretmesidir. Çünkü Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır:“Ben cinleri ve insanları; ancak Bana ibadet ve kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat: 51/56.)
Cenâb-ı Allah’a ibadet ve kulluk insan için en yüce makam, en büyük şeref ve saadettir. Çünkü Allah’a kulluk; tam ve mutlak hürriyettir.
Kulluk; Allah’ın her takdirine rıza göstermek, İlâhi sınırı muhafaza etmek, bütün emirlerini tereddütsüz yerine getirmek ve yasaklarından itirazsız kaçınma çaba ve gayretidir. (bkz. Prof. Dr. Osman ÖZTÜRK, Müslümanın Değişmez Mesleği KULLUK, Rağbet Yayınları)
En büyük saadet ve şeref Cenâb-ı Hakk’a kul Resûl-i Ekrem aleyhissalâtü ve’s-selâm Efendimiz’e hakiki ümmet olabilmektir. Bu şuurla yaşamak, tâat ve ibadetini inancına şahit tutmak ve Efendimiz’in sünnet hayatını örnek alarak Şefâatini kazanabilmektir.
İbadet ise; Allah’ı ta’zim suretiyle, hâlis niyete bağlı olarak ve emredildiği şekilde yapılan taat ve Allah’ın hoşnut olacağı ameldir. Buna göre yüce Rabb’imizin ve Peygamberimizin bütün emirlerini yerine getirmek ibadet olduğu gibi; yasaklarından ve haram kıldıklarından sakınmak da birer ibadettir.
Allah’ın hak dini İslamiyetin bütün emir ve yasakları, ibadet esasları iki cihanın huzur ve saadet kaynağı olduğu ise bilinen bir gerçektir.
Yukarıdaki tarifimizden de anlaşılacağı üzere, İslam her şeyde mükemmellik istediği gibi ibadetin de severek, ihlasa sarılarak, Peygamberimizi örnek alarak mükemmel yapılmasını ve Hakk’ın rızasına şayan olmasını ister.
Bizi Rabb’imize yaklaştıracak, rızasına ulaştıracak ve huzura kavuşturacak ibadetlerimizin bir kısmını şöyle sıralayabiliriz:
Gafletsiz namaz, gıybetsiz oruç, başa kakmasız sadaka, gösterişsiz hac, Kur’an okumak, Allah’ı usanmaksızın zikr etmek, helâl rızık kazanmak, samimiyetle duâ etmek, Müslümanların haklarını korumak, kardeşlik hukukunu gözetmek, iyiliği emir ve kötülükten nehyetmek, her halinde Peygamberimiz (s.a.v)’i örnek alıp sevmek, sünnetine uymak, O’na can u gönülden salât u selâm getirmek. (bkz. İmam-ı Gazali, el-Erbaîn)
Cenâb-ı Hakk, takvâ sahibi kullarının duâ ve ibadetlerini kabule şayan kılacağını, sevdiği bu kullarına dünyada huzur, saadet ve bereket kapılarını açacağını, ahirette ise onları cennetine koyacağını ise sözlerin en güzeli Kitab-ı Mübîn’inde bize şöyle haber vermektedir:
“Allah Teala, ancak müttakî/takvâ sahibi olanların duâ ve ibadetini kabul eder.” (Maide,5/27)
Diğer bir Âyet-i Celile ise şöyledir:
“Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabb’inize ibadet ve kulluk edin, ta ki takva sahibi olasınız.” (Bakara, 2/21)
Yüce Rabb’imizden bizlere takva düşüncesini, ibadet ve taat sevgisini lütfetmesini Peygamberimizin şu duâsıyla dilemeliyiz:
“ Allah’ım! Günahla aramıza engel olacak kadar Allah korkusundan bize bir hisse ver.
Bizi Cennet’ine ulaştırmana sebep olacak ibâdet ve tâatten bir hisse ver.
Bize dünyanın musîbetlerini hafifletip kolaylaştıracak yakîn derecesinde güçlü bir iman, kesin bir inanç nasîb eyle.” (Tirmizî: Deavât 80 )
Cenâb-ı Hakk’ın rızasının ne vakit ve hangi amel ve ibadette bulunduğu bilinmez. Kul, Yüce Rabb’inin sevgi ve rızasını kazanmak için, yaşadığı müddetçe bu amel ve ibadetleri gücü nispetinde, gönül hoşluğu içerisinde ve halis bir niyetle yerine getirir de imanının şahitleri kılar.
Peygamber Efendimiz, Allah Teâla’nın biz kullarının kalplerine, güzel hallerine amel ve ibadetlerine bakacağını haber vermektedir. (bkz. Müslim: Birr, 34)
Amel ve ibadetler güzel hâl ile temizlenir, haller de amel ve ibadetlerle bereketlenir ve devam ettirilmiş olur. Amel ve ibadetler bırakılırsa haller de kalmaz, nimetler artmaz, kulu Rabb’ine yaklaştıracak, bağışlanmasına vesile olacak güzel hâl ve ameller de bulunmaz.
Nitekim Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmuştur:
“Şüphesiz ki, bir toplum, kendi özlerindeki güzel hâl ve ahlâkı değiştirip bozmadıkça, Allah da onlara verdiği nimeti değiştirmez.” (Ra’d:13/11)
Cenâb-ı Hakk tarafından mükerrem/üstün kılınan insanın yaratılış gayesi Yüce Rabbi’ne ibadet ve kulluk ederek rızasını kazanıp iki cihanda da izzet, huzur ve saadete erişmesidir.
Mü’min, bu şeref ve saadete kavuşmak için Allah’ın dinine hizmet eder. Hz. Peygamberin emanetlerine sahip çıkar. Yaratılmışların ve insanların haklarını gözetir. Nefsine karşı işlenen suçları hoş görür, bağışlar ve öfkesini yutar. Mü’min kardeşini kendine tercih edip önde tutar.
Kesin bir inanç, salih amel ve ibadet; güzel bir hayatın, şeref ve saadetin kaynağı olduğu Kur’an-ı Kerim’de şöyle açıklanmaktadır:
“Erkek olsun, kadın olsun, her kim mü’min olduğu halde salih amel işlerse, ona bu dünyada mutlaka hoş, tatlı ve güzel bir hayat yaşatırız. (Nahl:16/97)
Kur’an’ı dışlayanı, salih amel ve ibadetten uzaklaşan kimseyi hayatın sıkması Rabb’imizin şu ifadesiyle haktır:
“Her kim benim zikrimden (Kur’an’a uymak ve ibadet yapmaktan) yüz çevirirse, ona dar bir geçim vardır.” (Taha, 20/124)
Şu halde imanla, ibadetle, Allah’ı zikretmekle, Kur’an okumakla ve Efendimiz aleyhissalâtü ve’s-selâm’a salât u selâm getirmekle ruhlar doyurulur, vicdanlar arındırılır ve gönüller cilalanır da fert ve toplumlar güven ve huzura kavuşur.
Zikirlerin en hayırlısı Kelime-i Tevhid’dir ki o aynı zamanda Urvet’ül-Vüskâ/kopması mümkün olmayan en sağlam kulp’tur. (Ruh’ul Beyân, 1/265.)
İlahi ikram günleri ve arınma vakitleri olan Recep, Şaban ve Ramazan aylarında Kelime-i Tevhid ile meşgul olmakta üstün fazilet ve bereket vardır.
Recep ayı girdiğinde Habib-i Ekrem sallallahu aleyhi ve selem Efendimiz şöyle duâ ederlerdi:
“Ey Rabbim! Bize Receb’i ve Şa’ban’ı mübârek kıl ve bizi Ramazan’a ulaştır.” (İbn Hanbel, Müsned, 1/259.)
Peygamber Efendimiz’in, Ramazan-ı Şerif’in dışında en çok bu aylarda oruç tuttuğu rivayet edilmektedir. Bizlere de düşen bu aylarda Peygamberimiz’in sünnet hayatını öğrenerek yaşadığımız günleri O’nun nuruyla aydınlatmak, O’nu örnek almak, Efendimiz’in semtine doğru hoşça esen rüzgarlar ile saygı, sevgi, selâm ve özlemimizi dile getirmek, oruç tutmak, Kur’an-ı Azimüşşân’ı gönül ve ruhlarımıza sindirmek, Müslüman kardeşini unutmamak, derdi ile dertlenmek, hakkını gözetmek, Cenâb-ı Hakk’ı zikretmek, hayatı müslümanca yaşamak, gönülleri İslam’a meylettirmek, bu yolda çalışmak…, hem nasıl? Canlarla, başlarla; seher vaktinde Allah’a yalvarmak, istiğfarda bulunmak, duâ ve ibadet ermek, gözyaşı dökmek ve şu vecize ile kendini hesaba çekmek:
Kim ki hubb-i Hakk’ı da’va eyledi,
Geceler uyuduysa yalan söyledi.
Hele bu zamanda Allah’a taat ve ibadetle büyüyen genç olabilmek en büyük bahtiyarlıktır.
Cenâb-ı Hakk, dünya lezzetlerini ve eğlencesini terk edip de gençliği ile beraber Allah’ın taat ve ibadetine yönelen genci “sen benim yanımda bazı meleklerim gibisin” diye taltif etmektedir. (bkz. Tirmizi, Zühd, 53; Tuhfetü’z-Zakirin. 241)
Tek tesellimiz; Hakk Teala Hazretlerine kulluk ve ibadet borcumuzu layıkıyla yerine getiremediğimizi itiraf ile O’nun şu İlahi müjdesine sığınmaktır:
“Habibim kullarıma haber ver ki, şüphesiz Ben çok bağışlayıcıyım, çok merhametliyim.” (Hicr:49)
Ey Rabb’imiz! Bize, perişan halimizi derleyip toparlayacak, Sana yaklaştıracak, sevgi ve rızana ulaştırıp Cennetine götürecek ibadet ve taatten bir hisse ver. Âmin.