“Gençlere hayırla muamele etmenizi tavsiye ediyorum.
Allah beni Tevhid dini ile gönderdi. Yaşlılar bana karşı çıkarken beni gençler destekledi.”
Hadis-i Şerif
Dünya karanlıklar içerisindeydi. İnsanlık âlemi kendilerini helâke sürükleyecek olan korkunç uçurumun kenarında, akıbetlerinden bîhaber bekleşmedelerdi. Gönüller, bâtılın ve zulmün karanlıklarıyla kaskatı kesilmiş, hakkı hakikati göremez hale gelmişti.
İşte böylesi bir ortamda, felaket girdabı içerisinde sürüklenmekte olan insanlık âlemini bu çirkeften kurtarıp kâinatı nura gark etmek, kararmış, katılaşmış olan gönülleri İslâm’ın nuru ile tenvir etmek için Cenâb-ı Hakk; hakikat güneşini (s.a.v), varlık nurunu (s.a.v), rahmetin bizzat kendisini (s.a.v) son kurtarıcı olarak göndermişti.
Sevgililer sevgilisi, gönüller sultanı (s.a.v) kâh uçurumun kenarında vücudunu siper ederek, kâh ateş çemberinin önünde bir dağ gibi dimdik durarak hakkı hakikati haykırıyor, hasta gönüllere şifa sunuyor, kararmış kalplere nur saçıyordu.
Allah Rasûlü (s.a.v)’nün çalmadığı tek kapı, davet etmediği tek insan kalmamıştı. Fakat kulakları sağır, basiretleri kapalı, gönülleri cahiliye pislikleri ile dopdolu olan insanlar, ne hakkı duyabiliyor, ne de gözleri önünde vücuda gelmiş olan Nûr (s.a.v)’u görebiliyorlardı…
O halde usûl değişmeliydi. Cahiliyyeyi görmemiş, selîm fıtratı bozulmamış, masumiyetini henüz kaybetmemiş tertemiz yavrular İslâm’la tanıştırılmalı, aileler içeriden fethedilmeliydi. Bütün kemal sıfatlarla muttasıf olan sevgililer sevgilisini bir kerecik görmek yetiyordu genç yiğitlerin İslâm’la şereflenmeleri için. O’ndaki güzel ahlakı, güzel vasıfları yakından müşahede etmek, O (s.a.v)’nun bir tatlı tebessümüne mazhar olmak, onlara; her şeyi, çocuklarını, oyunlarını, ana babalarını, bütün sevdiklerini unutturuyordu. Kâinatın Efendisi’ne biraz daha sevilebilmek için her biri birer cengâver gibi sarılıyorlardı davalarına. Dertler, sıkıntılar, işkenceler, ölüm tehditleri ve ölüm âdeta onların yeni oyunları olmuştu. Sevmek, fedakârlık yapmak demekti ve onlar canlarını feda edebilecek kadar çok seviyorlardı.
Peki, kimdi bu Gönüller Sultanı (s.a.v) için her şeylerini feda etmeye hazır genç yiğitler?
Abdullah İbn Mesud (r.a)…
On bir yaşında iken yudumlamıştı İslâm’ın tadına doyulmaz ölümsüzlük iksirini. Bir gün Allah’ın Rasûlü (s.a.v): “Artık İslâm açıktan tebliğ olunacak. Çileler meşakkatler artacak, daha çok şehid vereceğiz. Şimdi kim Ka’be-i Muazzamaya gidip cümle küffarın karşısında, ölümü de göze alarak, İslâm’ın nurlu sesini duyuracak?” buyurduklarında Abdullah İbn Mes’ud: “Ben ya Rasûlallah, ne olur beni bu vazifeden azat etme!” diye atıldı. Ashab-ı Kiram’ın gıpta nazarları altında meclisten ayrılıp bütün Mekke müşriklerini karşısına alarak, O güzeller güzeli sesiyle Rahman Suresini okumaya başladı. İnsanların kin ve nefretle üzerine doğru geldiklerine aldırmaksızın okumaya devam ediyordu. Onu acımasızca dövmeye başladıklarında yüzünde tatlı bir tebessüm belirdi. Belliydi, hayatının en keyifli dakikalarını yaşıyordu.
Yüzündeki o tatlı tebessüm baygın bir halde yere yığılıncaya kadar devam etti. Saatler sonra baygın olduğu yerden kalkıp Rasûlullah (s.a.v)’ın yanına geldiklerinde, vazifesini yapmış olmanın verdiği gururla: “Ya Rasûlallah! Eğer sizi mutlu edecekse bu işi her zaman yapmaya hazırım.” derken o güzel tebessümünü yine takınmıştı 12 yaşındaki genç cengâver Abdullah İbn Mes’ud (r.a) Hazretleri…
Zübeyr İbn Avvam (r.a)…
On iki yaşında Rasûlullah (s.a.v) ile tanışıp onun muhabbet deryasında kendini kaybeden, en ağır imtihanları O’na (s.a.v) olan muhabbeti sebebiyle göğüsleyen, dünyada iken Cennetle müjdelenen genç yiğitlerden bir yiğit…
Gönüller Sultanıyla tanışıp; “La ilahe illallah, Muhammedurrasûlullah” diyerek İslâm ile şereflendiği gün amcası onu bir hasıra sarıp; “Ya bu dinden ve o Peygamberden vazgeçersin, ya da seni bu hasırla beraber yakarım!” dediğinde: “Elinden geleni ardına koyma, zira ne dinimden ne de Peygamberimden vazgeçecek değilim.” cevabını verebilmişti. O gün öylesine ağır işkencelere maruz kalmıştı ki mübarek vücudunda el girdiği zaman kaybolacak büyüklükte derin yaralar açılmıştı.
İşte 12 yaşında bu ağır imtihandan alnının akıyla çıkan Zübeyr İbn Avvam, tarihin genç yiğitler defterinde ismini altın harflerle yazdırmış oluyordu.
Tarih Abdullah İbn Mes’ud ve Zübeyr İbn Avvam gibi yüzlerce genç sahabînin akıllara durgunluk veren kahramanlıklarına şahittir.
Muaz İbn Cebel Hazretleri Yemen Valisi olarak gönderildiklerinde henüz 17 yaşındaydılar.
Musab İbn Umeyr (r.a) 21 yaşında iken Medine-i Münevvereyi irşad etmek ve Hicret-i Nebeviyyeye hazır hale getirmekle vazifelendirilmişti.
Üsame İbn Zeyd (r.a), Ömerlerin, Osmanların, Halid İbn Velidlerin bulunduğu bir ortamda Bizans’a karşı gönderilen ordunun kumandanlığına getirildiği zaman 18 yaşında bir delikanlıydı.
Zeyd İbn Sabit (r.a) Hazretleri vahiy kâtiplerinin başkanlığına getirildiğinde 18 yaşını henüz bitirmişti.
Talha İbn Ubeydullah 25 yaşında iken Cennetle müjdelenmiş, Cafer İbn Ebi Talib 25 yaşında iken Habeş Kralı Necaşi’nin karşısında o unutulmaz güzellikteki muhteşem hutbesini irad etmişti.
…
Gönüller Sultanı (s.a.v) Efendimiz de: “Gençlere hayırla muamele etmenizi tavsiye ediyorum. Allah beni Tevhid dini ile gönderdi. Yaşlılar bana karşı çıkarken beni gençler destekledi.” buyurarak genç yiğitlerin, İslâm’ın temellerinin atılıp bu günlere ulaşmasındaki tartışılmaz rolünü ifade etmişlerdir.
Gönüllerde Rasûlullah muhabbetinin hâkim olduğu her devir, böylesi genç yiğitler yetiştirmiş, İslâm’ın nurlu yolu, onların sancaktarlığında kıtalar ötesine ulaştırılmıştır. Bu muhabbetle Kudüs fethedilmiş, bu muhabbetle İstanbul 21 yaşındaki Fatih Sultan Mehmet’e teslim olmuştur.
Unutmamak gerekir ki izzet, şeref ve üstünlük Allah ve Peygamber muhabbetiyle elde edilirken, zillet ve alçaklığa ise Allah ve Peygamber düşmanlarına yakınlık sebebiyle düşülür.