İçeriğe geç
Anasayfa » YILDIZLARIN REHBERLİĞİNDE

YILDIZLARIN REHBERLİĞİNDE

Sevmek… Çok sevmek… Meftun olmak… Maşukunda erimek, tükenmek, hiç olmak… Devamlı O’nu, sadece O’nu, yalnızca O’nu düşünmek… Onsuz bir dünya onsuz bir hayat onsuz bir saadet tahayyül edememek…O’nun muhabbetine, bir anlık saadetine, bir tatlı tebessümüne bütün dünyayı anayı babayı malı mülkü ve nihayetinde canı seve seve göz kırpmadan feda edebilmek…

Sevgi imtihanı ne zor bir imtihandır. Ne sarp yokuşlar ne aşılmaz engeller vardır sevenin önünde. Dünya tarihi bu engellere takılıp kalan sözüm ona sevgililerle doludur. Bir de bu engelleri hiç görmeden koşar adımlarla o sarp yokuşların ötesine ulaşan, vuslat bahçesinde maşuk-u hakikisine kavuşan hak erenleri vardır. Düşüncelerini, hayallerini, rüyalarını sadece sevdiklerine hasreden, sevdikleri için anadan, yardan, serden geçebilen bahtiyar hak erenleri…

İşte onlardan sadece birkaçı:

Sa’d ibni Ebi Vakkas (r.a.)… Allah’ın Rasûlü (s.a.v)’ne gönül verip iman şerbetini içtiğinde sadece on iki yaşındaydı. Rasûlullah’ı öylesine sevmiş ona öylesine bağlanmıştı ki ondan başka bir şey düşünmez olmuştu. Ehl-i Mekke’nin akıl almaz hakaret ve işkenceleri sebebiyle Allah Rasûlü’nün mahzun ve mükedder olduğunu görmek, peygamber aşığı bu kutlu sahabiyi perişan ediyordu. Allah’ın Rasûlü’nün güzeller güzeli vech-i mübarekelerinde bir tatlı tebessüm bir hoş bakış görebilmek için nelerini feda etmezdi.

Dayanamadı artık imanını gizlemeye. Rasûlullah sıkıntı ve ızdırap çekerken imanını gizleyerek işkenceden kurtulmak çok ağır geliyordu ona. Ve haykırdı bir gün Peygamber aşığı o mübarek insan La ilahe illallah Muhammedun Rasûlullah diye… Artık onun içinde çileli günler başlayacaktı. Belki de dayanamayacağı işkencelere maruz kalacaktı. Ama o kararını vermişti. Her zorluğa sabredecek, Allah’ın Rasûlü sıkıntı çekerken rahat bir hayat sürmeyecekti.

Annesi Sa’d’ın iman haberini aldığında deliye dönmüştü. Ne yapacağını bilemiyordu. Kendini zorlukla topladı. Oğlunu karşısına aldı ve ona şöyle yalvardı:

“Ey oğulcuğum! İman ettiğini, atalarının dinini terk ettiğini duydum. Benim oğlum bunu yapmaz, atalarına ihanet etmez dedim. Eğer böyle bir hataya düşmüş dininden dönmüş isen sana yalvarıyorum. Dön atalarının dinine, terk et o adamı, tekrar mutlu huzurlu yaşayalım. Ama ısrar eder de dininden dönmezsen bil ki bugünden sonra annen bir lokma ekmek yemeyecek, bir yudum su içmeyecek. Kendisini çöllere atıp senin tekrar atalarının dinine geri dönmeni bekleyecek. O halde bir tercih yap. Ya o ya ben!”

Sa’d gözlerini kapattı. Geçmiş günlerini düşündü. Ne kadar da çok seviyordu annesini. Bir dediğini iki etmezdi. Mekke’de onun kadar annesine düşkün bir ikinci kişi yoktu. Çok zor bir imtihandı. “Anneciğim, bunu yapmam mümkün değil” diyebildi sadece. Annesinin hiç beklemediği bir cevaptı bu. İlk defa oğlu ona karşı geliyordu. O halde annen açlıkta ölecek dedi. Ve evi terk etti. Üç gün üç gece hiçbir şey yemedi içmedi. Kızgın çöl güneşi altında oğlunu gelip atalarının dinine geri döneceği anı bekledi durdu. Üçüncü gün Sa’d çıkageldi.

Annesinin rengi kaçmış, dudakları susuzluktan çatlamış bayılmak üzere bir hali vardı. “Anneciğim, dedi. Seni çok seviyorum ama Allah’ın Rasûlü’nü senden daha çok seviyorum. Senin bin tane canın olsa ve hepsini teker teker gözümün önünde vereceğini bilsem değil dinimden dönmek Allah’ın Rasûlü’nü mahzun edecek bir tek söz bile söylemem. Şimdi istersen eve geri dön istersen burada kendini ölüme terk et…”

Sa’d ibni Ebi Vakkas (r.a.)… O mübarek insani, o kutlu insan henüz on iki yaşındaydı hakiki sevenler kervanına katılmaya hak kazandığı zaman. Ne zor bir imtihan vermişti. Annesini o halde görmek pahasına dini hayatından en ufak bir taviz vermemiş, habibi, efendisi (sav)’ni mahzun edecek cümleleri ağzına almamıştı.

Zeyd bin Desine ve Hubeyb bin Adiy …

Muhabbet kervanının öncüleri, cennet bahçesinin iki gülü sevgi imtihanını canlarını feda ederek kazanan iki kutlu sahabi…

Mekke müşrikleri Bedir mağlubiyetini hazmedememişlerdi. Her  evden intikam sesleri yükseliyordu. Mekke sokakları Bedir’de yakınlarını kaybedenlerin feryatları ile inim inim  inliyordu. Mekke’deki zulümat günbegün şiddetleniyor müşriklerin İslâm’a ve Müslümanlara karşı hissettikleri kin ve nefret her gecen gün biraz daha artıyordu.

İlahi takdir Zeyd ve Hubeyb’i böyle bir ortamda Mekke’nin kucağına bırakmıştı. Zira onlar sevgi imtihanlarını bu mekanda verecek buradan yükseleceklerdi Habib’in vuslat bahçesine…

Darağaçları kuruldu. Bedr’in intikamını seyretmek isteyen herkes Ten’im bölgesine davet edildi. O gün Ten’im mahşeri bir kalabalığa ev sahipliği yapıyordu. Aman Allahım! Ne zor bir imtihandı. Acaba bu imtihandan yüzlerinin akıyla çıkabilecekler miydi? Yapılan hakaretleri, dayanılmaz işkenceleri derin bir sükut ile karşılıyorlar, hiç konuşmuyorlardı. Şehadete an biraz daha yaklaşıyordu onlara. Son nefeslerini vermek üzereydiler.

Ebu Süfyan Zeyd’e yaklaşarak:

“İstemez miydin ya Zeyd sen şimdi Medine’de hanımının ve çocuklarının yanında olsaydın da seni bu sıkıntılara düçar eden o peygamber burada olsaydı, biz onu öldürseydik de sen yaşasaydın.

O ana kadar hiç konuşmayan Zeyd kendini güçlükle toparladı ve “Asla!” diye kükredi. ”Ben, değil gönlümün sultanının burada benim yerime şehid edilmesine razı olmak, şu anda bulunduğu yerde mübarek ayaklarına bir küçük dikenin batmasına dahi razı olmam. Binlerce zeyd, hubeyb bu mekanlarda şehid edilsin ama sevgililer sevgilisinin kalb-i pak-i Muhammediyyeleri mahzun olmasın”

Ebu Süfyan hayretler içerisinde Hubeyb’e döndü. Onun ne diyeceğini merak ediyordu. Hubeyb de son nefesini vermek üzereydi artık. “Ya eba Süfyan! Müslüman olarak öldükten, gönüller sultanının namütenahi muhabbetlerine mahzar olduktan sonra ölüm şeklinin ne önemi var…”

Sevgililer sevgilisine can-ı gönülden bağlı, kalpleri onun muhabbet ateşiyle yanıp kavrulan muhabbet kervanının öncüsü bu iki kutlu sahabi şehadet şerbetini işte bu tarihi cümlelerle yudumladılar…

Şimdi günümüze dönelim. Kalplerimizi, nazargah-i ilahi olan gönüllerimizi, Rasûlullah (s.a.v) Efendimizin şu mübarek kavl-i şeriflerini tefekküre hazır hale getirelim:

“Sizden biriniz beni; anne babasından,çoluk çocuğundan ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe gerçek mümin olamaz.”

Hakiki sevenler kervanına katılamaz, vuslat bahçesinde kendisini bekleyen bir sevgili bulamaz. Eli boş döner ve hüsrana uğrar.

Sa’d bin ebi Vakkas, Hubeyb bin Adiy, Zeyd bin Desine (radıyallahu anhum) hazerâtını düşünelim. Onlarla aynı teklife muhatap olduğumuzu unutmayalım. Sevgililer sevgilisi (s.a.v) Efendimizin huzur ve saadeti için, kalb-i pak-i Muhammediyyelerinin mahzun ve mükedder olmaması için nelerimizi feda ettiğimizi hesap edelim.

Her geçen gün Rasulullah Efendimizden biraz daha uzaklaştığımızı, muhabbet imtihanını kaybetmek üzere olduğumuzu unutmayalım. (Günahlar, isyanlar sebebiyle kararmakta olan kalplerimizin ancak O(s.a.v)’nun muhabbet nuruyla yeniden parlayacağını bilelim) Gönüller sultanı Efendimiz(s.a.v) mahzun ve mükedder iken mutlu ve huzurlu bir hayat sürmenin zillet olduğunu idrak ederek canı gönülden “Anam babam sana feda olsun ya Rasulallah! Saadetler içinde olunuz.!” cümlesini haykırabilelim.