Namazda, farz olan kıraat rüknünü eda ederken yalnızca zihnî başka bir ifadeyle kalbî okuma yeterli midir? Dilimizi hiç hareket ettirmeden veya kendi işiteceğimiz kadar dahi ağzımızdan ses çıkmadan eda ettiğimiz kıraatler sahih midir? Yazımızda bu soruların cevabını, kıraatle alakalı diğer hususların nasıl olması gerektiğini açıklamaya çalışacağız.
İftitah tekbiri ve kıraat, namazın rükünlerinden yani farzlarındandır. Namazın rükünlerini yerine getirmemek namazın fasit olmasına sebep olur. Namazda Fatiha Sûresi’ni okumak, ilk ve son oturuşta tahiyyat duasını okumak gibi vaciplerin terki veya tehiri sehiv secdesini gerektirir. Aynı şekilde namazlarda bir takım zikir ve tesbihat gibi sünnetler de vardır ki bunların terki namazın sevabını ve faziletini azaltır. Bu nedenle namazın rükünlerini, vaciplerini ve sünnetlerini olması gerektiği gibi yerli yerinde yapmamız gerekir.
Namazda farz, vacip ve sünnet olan kıraatlerin sahih olabilmesi için şu iki husus tam olarak yerine getirilmelidir:
- Kelimeleri telaffuz ederken dilimizi ağız içerisinde hareket ettirmek.
- Kıraatin gizli olarak yapıldığı namazlarda kendi işitebileceğimiz kadar sesin çıkarılması, kıraatin âşikâre olarak yapıldığı namazlarda ise cemaatin işiteceği kadar sesin ağızdan çıkması.
Fakihlerin çoğunluğu gizli okumalarda kişinin kendi kulaklarının duyabileceği şekilde okumasının yeterli olacağını söylemiştir. Hanefî fakihlerinin önde gelenlerinden Hinduvânî gibi zatlar ise kıraatin gizli olarak yapıldığı namazlarda kişinin yalnızca kendisinin duyabileceği kadar okumasını dahi yeterli görmemiş, namaz kılanın yanında bulunan kişinin duyabileceği şekilde okumasını da şart koşmuştur. Hanefî fakihlerinden Tahtâvî ve İbn Âbidîn ise her iki görüşün de aynı şeyi ifade ettiğini savunmuş, “kişi kendi kulakları işitecek kadar okuduğu takdirde kendisine bitişik olan kişi de tabiî olarak bu sesi işitebilir.” demektedir.
Hanefî imamlarından Kerhî ise, harflerin yalnızca ağızdan sahih olarak çıkmasını kıraat için yeterli görmüş, kulakların duymasını şart koşmamıştır. Harflerin ağızdan sahih olarak çıkması ile kastedilen dilin ağızda hareket ettirilmesidir ki; Kerhî’ye göre kıraat dilin fiilidir. İşitmek ise dilin değil, kulağın fiilidir. Dolayısıyla işitmek ona göre kıraatin şartı değildir.
Bedâiu’s-Sanâi sahibi Kâsânî, Kerhî’nin bu görüşünün daha sahih ve kıyasa uygun olduğunu söylemektedir. Ona göre bir kimse kıraat esnasında kendi işitemeyeği şekilde sesini kıssa namazı fâsit olmaz. Kâsânî, bu görüşünü “umûm-ı belvâ” prensibine dayandırmaktadır. Yani kıraatte bu tür eksikler kaçınılması mümkün olmayan bir nâkısadır. Bu nedenle kişi harfleri sahih olarak telaffuz etse, ancak bu telaffuzu esnasında bazı harfleri kulakları duyamayacak kadar kısık sesle okusa namazını fasit saymamak gerekir.
Yazımızın başında belirtildiği gibi fakihlerin çoğunluğu Kerhî’nin görüşünü değil de ilk görüşü sahih olarak kabul etmektedirler. Buna göre kıraat için, hem dilin ağız içerisinde hareket ettirilmesi hem de kişinin okuduğunu duyabilmesi lazımdır. Şunu unutmamak gerekir ki; günümüzde yaygın bir hata olarak uygulanan zihnî veya kalbî okuma Kerhî de dâhil hiçbir fakihin görüşüne göre sahih olarak kabul edilmemektedir. Dolayısıyla kıraat esnasında dilimizi hareket ettirmeden yalnızca genizden veya ağız boşluğundan yaptığımız okumalarda, kıraatin bir rüknü eksik kalmaktadır. Aynı şekilde harfleri telaffuz gayesiyle dilimizi ağız içerisinde hareket ettirmekle beraber hiçbir surette sesin ağzımızdan çıkmadığı veya ses çıksa bile kendi işitebileceğimiz bir seviyeye ulaşmadığı okumalarda da kıraatin bir rüknü eksik kalmaktadır. Dilimizin hiçbir şekilde hareket ettirilmediği, ağız boşluğundan veya genizden kendi işitebileceğimiz kadar dahi olsa sesin çıkmadığı, tamamen zihinden yaptığımız okumalarda ise kıraatin yukarda zikredilen iki rüknünün her ikisi birden yerine getirilmemiş olmaktadır. Bu nedenle bizler namazın bir rüknü olan kıraati eda ederken her türlü ihtilaftan kurtularak yazımızın başında belirttiğimiz ölçülere dikkat etmeliyiz.
Zikredilen bu iki ölçüden birincisi dilsiz olan kişiler için, ikincisi ise kulaklarında sağırlık olan kişiler için şart koşulmamıştır. Dilsizler dillerini hareket ettirmekle mükellef değildirler. Kulakları duymayanlar ise bu özürleri kalktığı takdirde işitebilecekleri kadar seslerini yükseltmelidirler. Sesi tamamen kısılmış olanlar da yalnızca dillerini hareket ettirmekle mükelleftirler. Gürültü v.s sebebiyle okuduğu ayetleri kendisi işitemeyen kimselerin de seslerini yükseltmeleri îcab etmez. Zira gürültü gibi maniler ortadan kalktığında, kulakları işitebilecek durumda olmaları yeterlidir.
Namazda kıraat için tespit ettiğimiz bu ölçüler; tilavet secdesinin vacib olması, hayvan kesiminde çekilmesi gereken besmele, kölenin azad edilebilmesi, boşamanın geçerli olabilmesi, başkası ile konuşmamaya yemin eden kişinin yeminin bozulmuş sayılabilmesi, kişiye Müslüman ahkâmının uygulanmasında kelime-i şehadetin telaffuzu gibi hususlar için de geçerlidir.
“Peşlerinden öyle kimseler onlara vâris oldular ki; onlar namazı zâyî ettiler ve şehvetlerine tâbi oldular. Onlar Ğayyâ cehennemine atılacaklardır.”[1] Allah Zü’l-Celâl Hazretleri namazlarımızı hakkıyla kılarak namazını zâyi etmeyenlerden olmayı nasip eylesin. Âmin.
KAYNAKLAR:
Bu konuyla alâkalı görüşler ve geniş bilgi için aşağıdaki eserlerin “namazın rükünleri”, “namazda kıraat”, “iftitah tekbiri” gibi bölümlerine müracaat edilebilir:
– İbnü’l-Hümâm, Fethu’l-Kadîr
– Kâsânî, Bedâiu’s-sanai’
– Şürünbilâlî, Merâki’l-felah
– Tahtâvî, Hâşiye alâ Merâki’l- felah
– İbn Âbidîn, Hâşiye alâ Dürri’l-Muhtâr
[1] Meryem, 19/59.