Mülâkat: Ahmet Er
Muhterem Hocam, gıybet eden kimse pişman olduğu takdirde bu hatası için neler yapabilir?
Elhamdülillâhi rabbi’l-alemîn.Vessalâtü vesselâmü alâ Rasûlinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ecmaîn.
Allah Teâlâ bu mülâkatı hayırlı eylesin ve hayırlara vesile eylesin. Bize doğruları doğru ifade edebilmeyi nasip eylesin. Okuyanlara, dinleyenlere doğru anlayıp doğru faydalanmayı nasip eylesin.
Öncelikle gıybet nedir? Gıybete vesile olan sebepler nelerdir? sorularına bir bakalım.
Gıybet, kelime itibariyle “غَابَ – يَغِيبُ” kökünden geliyor. Yanımızda olmayana “غَائِب” denir. Yanımızda olmayan (ğâib) kişinin hakkında, duyduğu zaman hoşuna gitmeyecek şeyleri söylemeye gıybet denir.
Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in hadîs-i şerîflerinde geçtiği şekliyle gıybet, din kardeşini kendisinde olan ama hoşlanmadığı bir şey ile anmaktır. Eğer söylenilen şey kendisinde yoksa bu, iftira olur. Böylece gıybet ile iftira (ifk) arasındaki fark ortaya çıkmaktadır. İftira, bir kişi hakkında duymuş olduğumuz şeyleri araştırmadan söylemek ve yaymak; gıybet ise, kişinin zikredilmesinden hoşlanmayacağı kusurunu onun arkasından konuşmaktır. Bir de bühtan vardır, o da kişilerin arkasından onda olmayan bir hasleti söyleyerek onu töhmet altında bırakmaktır.
Gıybeti farklı cümlelerle ifade eden zatlar da vardır, ama İmam Münâvî’nin tarifi daha şümullüdür, o şöyle diyor: “Gıybet lafzen yani söz ile veya işaret ya da hikâye yoluyla bir kişinin ayıbını onun gıyabında anlatmaktır.” Hangi şekilde olursa olsun gıybet haramdır ve İslam âlimlerimiz gıybetin kebâirden (büyük günah) olduğunda ittifak etmişlerdir.
Evet, gıybet büyük günahtır, nahoş bir davranıştır. Bir kimse bu yanlışa düştüğünde öncelikle Allah’a tevbe etmesi lazımdır. Zira bunda kul hakkı olduğu gibi, Allah Teâlâ’nın da hakkı vardır. Çünkü Allah Teâlâ, yasak etmiş gıybeti. Dolayısıyla gıybet eden kimse hem gıybetini ettiği kişinin hakkına geçmiş oluyor hem de Allah Teâlâ’nın yasağını çiğnemiş oluyor. O yüzden, önce Allah’a tevbe etmek gerekir sonra eğer o kişi hayatta ise ondan af dilenmesi gerekir, ama af dilemek daha büyük bir fitneye sebep olmayacaksa. Mesela kendisinden af dilendiği zaman buna fizikî bir tepki, reaksiyon gösterecekse, isim vermeden af dilemek daha iyi olur. Bu durumda onun adına Allah Teâlâ’ya istiğfarda bulunur, hayır yapar. Dualarına onu da dâhil eder; bunu ihmal etmemek lazım, “Benim üzerimde hakkı olan kimler varsa, ya Rabbî, onları affeyle.” şeklinde genel olarak yapabileceğimiz gibi isim isim de dua edilebilir, Allah’tan onun affını dileriz. Ölüm vs. sebeplerden dolayı helallik almanın mümkün olmadığı durumlarda da aynı şekilde yapmak gerekir. Böylece inşallah o haktan kurtulmak mümkün olur.
Hocam, hepimiz en azından gıybetin doğru olmadığını biliyoruz. Siz de az önce büyük günahlardan olduğunu belirttiniz. Ama bilakis biz bunu sanki küçük, basit görüyoruz; çok kolay bir şekilde, belki farkında olmadan bu hataya çok defalar düşebiliyoruz. Bu günaha karşı hassasiyetimizin bu kadar zayıf olması hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Bunun birden fazla sebebi olabilir. İslam âlimlerinin bu noktada önemle üzerinde durduğu iki unsur var. Birisi haset, diğeri buğz ve kin. İnsan genelde kininden dolayı veya hasetliğinden dolayı gıybet eder.
Olayın bir yönüne daha dikkat çekmek gerekir; yapmaya devam ettiği müddetçe kişi günahlara alışır, onları normal görmeye başlar zamanla. İşte bu şekilde en çok alışılan günahlardan biri de gıybettir. Aslında bir haram yemekle, başka bir haram iş yapmakla gıybet yapmak arasında fark yok. Allah korusun, bizi de muhafaza eylesin böyle bir hataya düşmekten, alışkanlık kazanmaktan. Doğruyu kavramayı ve doğru üzerinde ısrarla durmayı nasip eylesin.
Peki, gıybet edilirken söze dâhil olmayan, dinleyici durumunda olanlar da bu günaha ortak mıdırlar? Yanlışın içinde bulunduklarını fark ettiklerinde, bundan rahatsızlık duyduklarında ne yapmaları gerekir?
Bunu yine Rasûlullah’ın (s.a.v) bir hadîs-i şerîfinden hareketle cevaplayalım. Rasûlullah (s.a.v) bir kimse hakkında konuşan iki kişiye önce bir şey söylemedi, daha sonra şiştiği için ayakları havaya dikilmiş bir eşek leşine rastladıklarında o iki kişiye, “Hadi bu eşek leşinden yiyin.” buyurdu. Onların hayretle “Bu eşek leşinden mi yememizi buyuruyorsun ya Rasûlallah? demeleri üzerine Efendimiz şöyle devam etti; “Biraz önce kardeşinizin şerefine dil uzatarak kazandığınız günah, bu leşi yemekten daha çirkindir…” Rasûlullah (s.a.v), gıybeti yapan ve dinleyeni ayırmadan ikisine birden böyle bir ikazda bulunmuştur.
Başka bir hadîs-i şerifte, (المغتاب والمستمع شريكان في الاثم) “Gıybet eden de gıybeti dinleyen de günahta ortaktırlar.” buyurmuştur Efendimiz (s.a.v). Bu hadisin “zayıf” olduğunu, hatta uydurma olduğunu söyleyenler olmuşsa da, Zeynüddin el-Irâkî “garîb” olduğunu söylemiştir. Ellü’lüü’l-Masûn adlı eserde, “Mebnâda yani lafızda olmasa da manada bunun sahih şahitleri vardır.” denilmektedir. Nitekim İmam Nevevî el-Ezkâr adlı eserinde şöyle demektedir: “Bil ki gıybet, gıybeti edene haram olduğu gibi, gıybeti duyana da dinlemesi haramdır. Haram olan gıybeti yapmaya başlayan kişiyi, eğer açıktan zarar vermesinden korkmazsa, işiten kişinin nehyetmesi/sakındırması vacip olur, eğer korkarsa kalbiyle reddetmesi, eğer mümkünse o meclisten ayrılması vacip olur…”
Kur’ân-ı Kerîm’de Allah Teâlâ, “Allah’ın ayetleri ki, onların inkâr edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğinizde, (böyle konuşmayı bırakıp) bundan başka bir söze dalacakları zamana kadar onlarla beraber oturmayın; o(turduğunuz) takdirde doğrusu siz (de) onlar gibi olursunuz!” buyurmuştur.[1]
Bu âyet-i kerîme, Allah’ın ayetlerini alay konusu yapan, istihza konusu yapan kişileri birinci derecede bağlayıcı olmakla birlikte İslam âlimlerimiz gıybeti de bununla ilişkilendirerek, vazgeçmedikçe gıybet eden kişiyle beraber oturulmayacağını söylemişlerdir. Bu itibarla gıybet edenin dedikleri dinlenmez, uyarılır, vazgeçmiyorsa yanından kalkıp gidilir. Gıybet dinlemeye devam edilirse aynı suça iştirak edilmiş olunur. Bu suça iştirak etmiş olmamak için iki şeyden birini yapmak lazım; ya uyarıp vazgeçirmek veya oradan ayrılmak.
Aile içinde, uzak durmanın, ayrılmanın mümkün olmadığı ortamlarda gıybet ediliyorsa bundan sakınmak için ne yapmak lazım hocam?
Aile içerisinde de bu hususa dikkat etmek lazım. Aynı yollar izlenebilir. Gıybet ortamı oluştuysa uyarma sadedinde şeyler söylenebilir. Ama hassas olmak lazımdır, kırma, gücendirme veya inadına konuşmaya sebebiyet verecek söylemlerden uzak durmak gerekir. Bunun için açıkça uyarmadan mümkünse önce mevzu değiştirmeye çalışılabilir, konu farklı bir alana çekilebilir. Bu şekilde de olmuyor, açıkça uyarı da fayda etmiyorsa yanlarından kalkılabilir, evde ise oda değiştirilebilir. Ama tabi ki aileyi terk etme manasında değil bu. Kim olursa olsun böyle bir ayrılış, münasebeti kesecek tarzda olmamalıdır. Bazen ortamı değiştirmek, gıybet edilen yerden ayrılmak da mümkün olmayabilir; bu durumda o işten berî olduğunuzu Allah’a arz eder, istiğfar edersiniz. Bu, inşallah, onun keffareti olur.
Peki, söylediği bir sözle karşısındaki kişinin gıybet etmesine sebebiyet veren de bu günaha ortak olur mu hocam?
Tabi ki, kasıtlı olduğu takdirde, gıybeti yapan da sebep olan da vebale girmiş olur. Sebep olan da en başta söylediğimiz gibi, eğer helallik istemek daha büyük bir fitneye sebep olmayacaksa helallik alır. Ama fitneye sebep olacaksa o zaman muhakkak tevbe-istiğfar eder ve o kişiye dua eder. Gıyabında dua etmenin yanında onun adına sadaka verir, hayır hasenatta bulunur. Bunların sevabını ona bağışlayarak Allah Teâlâ’dan affını diler. Böylece, kendini vebalden kurtarmış olur, inşallah.
Burada sözlerimizi bitirir, hepinizi Allaha emanet ederiz.
Muhterem hocam, bize vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederiz.
[1] Nisâ, 4/140.